~1986~
Patlayan kaşımdaki küçük yara iyileşebilirdi. Ama ben kabuk bağladıkça yeniden kanattım onu, tıpkı ruhumdaki yaralar gibi. Bir gün gelecek, kurumuş ağaç yaprakları iyileştirecekti bu yarayı, rüzgarın yeni yeşermişken de, mevsimler geçtiğinde de vurduğu o yapraklar kendi bitmişliğine aldırmadan saracaktı yaralarıma, dalında kalan son umudu.
Rüzgar ise yaprakların savruluşuna aldırmadan uzaklarda bir karahindibağını bekliyordu. Hiç gelmeyecek olanı beklemenin ümitsizliğiydi onu böylesine güçlü yapan. Biliyordu ki biraz yaklaşsa onu sonsuza dek yok ederdi. Ben ise o zamanlar bunların hiçbirini bilmiyordum. Bildiğim tek şey rezilliğimdi.İtiraf etmeliyim ki bencil ve gururlu benliğim bu kavgada yediğim dayağı hazmedemiyordu. Durumum o kadar kötü değildi. Ben yine her şeyi abartmış, kendimi dünyanın merkezine koymuştum. Oysa sadece vücudumun bazı yerlerinde ezik, ve kaşımda ufak bir yara vardı. Zihnimde ise okulda nasıl olay konusu olacağım sorusu dönüp duruyordu. Hatta alay konusu desek daha doğru olur. Rezil hissediyordum. Lakin hayat çok daha farklı bir kader biçmişti bize.
Bülent Hoca'nın başımda söylenişini duyduğumda gözlerimi açmadan onu dinliyordum. Oğlum diyordu. Bu beni fazlasıyla rahatsız etmişti. Benim için endişelenmiş olması bana kendimi daha kötü hissettiriyordu. Babamın şuan nasıl olduğunu, beni merak edip etmediğini düşündürüyordu ki ben bunları düşünmekten nefret ediyordum.
Okula gittiğimde ise herkes neden Rüzgar'ı öylesine dövdüğümü sorunca afalladım. Sırf gururumu kurtarmak adına bu iftirayı reddedemedim. Nasıl buna inandıkları ise ayrı bir merak konusuydu. Rüzgar uzun boylu, geniş omuzlu çok güçlü bir çocuktu. Benim onu dövebilmem mümkün değildi. Dövememiştim de zaten...
O günlerden geriye çok az anı kaldı zihnimde. Sonradan öğrendiğime göre babası dövmüştü Rüzgar'ı. O da bunu yediremiyordu gururuna. Bir şekilde güzel aile tablosunu bozmak istemiyordu. Oysa mutsuzluğu söylemesine gerek kalmayacak kadar ortadaydı.
Onun bu yaptığının benim için iyi değil, kötü bir şey olduğunu çok geçmeden anladım. İnsanların gözünde şimdi hem hırsız hemde kavgacı olmuştum. Oysa benim her şeye kırılabilen bir kalbim vardı. Nasıl olur da kimse bunu göremezdi?
Büsbütün yalnızlığa sürüklenirken, Bülent Hoca'nın bazı günler eve gelmemesi aramızdaki soğukluğu daha da belirginleştirdi.17 yaşındaydım ve bir şeyleri anlamam için açıklamasına gerek yoktu. Bu yüzden eve gelmeyeceğim dediğinde başka soru sormazdım. O da anlatmazdı.
Filhakika, o zamanlar çok tepki göstermiştim içten içe. Onun başka bir kadınla ilişki kurabiliyor olması, gece ismini sayıkladığı ölen eşine ihanetti. Belki de o kadına ihanetti, onu gerçekten sevmediği için. Ya da asıl inanet kendineydi, kendini kandırdığı için.
Lakin nasıl ki suyun rengi göğün yansımasıysa, bu öfkem de çok daha derin bir geçmişin yansımasıydı. Babama öfkeliydim. Çünkü o evlenmişti annemden sonra. Ama o zamanlar hayatı sorgulamanın veya babamı anlamaya çalışmanın ötesinde, olayların yorgunluğunu atlatmaya çalışan küçük bir çocuktum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İpsiz Uçurtma
Genel KurguZihnimde bulanık bir anı...Sözlerini hatırlamadığım bir şarkının melodisi gibi veya en önemli parçası kaybolmuş bir yapboz... İçimde hep ne olduğunu bilmediğim bir eksiklik hissettim. Bir şeylerle doldurmaya çalıştıkça daha da eksildim, yenildim zam...