14.Gülperi

190 99 83
                                    

~1986~

Sabah yine "Gülperi" diye bir sesle uyandım. Bu küçük mahallenin birbirine yakın evleri vardı ve tam karşımızdaki iki katlı evden geliyordu ses. Yaşlı adam balkondan bakıp kimin geldiğini görmeye çalışıyordu. Bir yandan da eşine sesleniyordu "Gülperi."

Kadının adı bu değildi. Malum yaşlılık, unutmuştu adam kadının adını. Ona seslenmesi gerektiğinde bir iltifat bulup onu söylüyordu. Pek çok şeyi unutmuş olabilirdi ama sevgi yürekteydi ve eskimezdi, yenilmezdi zamana.

Balkonda öylece oturuyor. Günleri genelde böyle geçiyor. İyi görmüyor, iyi duymuyor ve konuşamıyor pek. Sadece bayramlarda elini öpmeye torunları geliyor. Hatta bayram harçlığı için desek daha doğru olur. Bir şey düşünüyor, düşündüğü şey onu sinirlendirebiliyor veya üzüyor ama beş dakika sonra onun ne olduğunu bile unutuyor. Birinin geldiğini görüyor. Seslenmesi lazım içeriye. Çağırmalı o kadını da kim o kadın bilmiyor. Adını hatırlamıyor ama yüzünü görünce ısınan kalbinden anlıyor, seviyor bu kadını. O yüzden güzel bir sözle çağırıyor onu. Bak nasıl da mutlu oldu. Gözleri gülüyor kadının. Ona baktıkça ve bir şeyleri hatırlamaya çalıştıkça çok yüksek bir yerdeymiş de zemin birden altından çekilmiş, sonsuz bir boşluğa düşüyormuş gibi hissediyor. Anılar tutunacak bir dal gibi alayla aklına gelip gidiyor. Oysa hala boşlukta hissediyor. Zaman çok acımasız. Gittikçe ayırıyor onları. Önce anıları aldı teker teker şimdi de adını ve bir gün onu görünce ısınan kalbini de alacak. Belki de önce onu alacak...

O gün okuldan sonra yine Enver Efendiye uğradım. Bir şey gözüme ilişti, karşıda siyahlar içinde asık suratlı bir kadın. Tahminimce otuzlarına yakın yaşı var. Siyah bir toka, siyah tişört, siyah yelek, siyah pijama ve siyah terliklerle sürekli bir şeylerle uğraşıyor. Sanki bir an bile boş duramazmış gibi. Balkonu yıkıyor, camları siliyor hatta temizlediği yerleri tekrar temizliyor. Bunu yaparken kaşlarını çatıp alnındaki kırışıklıkları ortaya çıkarıyor. Gün geçtikçe onu daha iyi izledim ve anladım. Tıpkı temizlediği yerler gibi, aklından da söküp atmak istediği kötü anıları vardı.

Ama bu o kadar kolay değildi Feride için. Yoksa 10 yıl yasını tutmazdı onun. Oysa Oğuz hayatına devam etmişti, evlenmişti. Gamsız. Çocukları koşardı Feridenin evinin önünde. Feride daha hızlı silerdi mermeri.

10 yıl önce...

Oğuz mahallenin delikanlısı, yakışıklısı. Çok da dürüst, efendi çocuk. Liseyi yeni bitirdi. Babasıyla marketlerini işletiyor. Sırf onu görmek için ne kızlar süslenir de gelir markete ama o bakmaz onlara. Onun aradığı saf sevgidir sadece başka hiçbir şey değil. Ferideyi görünce anlar ki aradığı kız o.

Gel zaman git zaman konuşur kızla. Fırsat buldukça. Kızın bakması gereken hasta bir babası olduğundan pek görüşemezler. Feride için hayat çok zor olduğundan Oğuzun güzel laflarına inanmak istemiyor. Oğlan "tüm insanlar gökteki yıldızlarsa sen ay'sın" diyor. Kız bittabi sevilme arzusuna karşı koyamıyor.

Dedikoduların ardı arkası kesilmiyor. Kız babasını Aslıya yalvar yakar teslim edip çıkıyordu evden. Aslı yani kuzeni çok söyleniyor. 'İnanma erkekler hep yalan söyler' diyor. Ama boş, Feride sanırdı ki kendisi ne hissediyorsa Oğuz da onu hissediyor. Oysa anlamalıydı, biri sorunca seviyorum diyemiyordu, kız dükkana geldiğinde yüzüne bile bakamıyordu. Karşı koyamıyordu ailesinin tepkisine. O kız dengi değildi. Hem 'ayak bağı' olan bir babası vardı. Yakışık almazdı kendi ailelerine zaten kız güzel de değildi. Aslı acımasızca söylerdi bunu biraz da hasetle. Oğuz ise güzellik geçici bir heves ben Feride gibi iyi bir insanı sevmek istiyorum derdi. Gel gör ki söyledikleri ve yaptıkları hiç birbirini tutmazdı.

İpsiz UçurtmaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin