🌸🌸 Herkese merhaba 😊 yeni bölüm biraz geç geldi. Umarım beğenirsiniz. Ben çok düşünerek yazdım emek verdim. Sizde vaktinizi ayırıp okuyorsunuz bu nedenle yorum yapın ki düşüncelerinizi öğreneyim. 💕Beğenirseniz oy vermeyi unutmayın. 🌼
~1987~
İllaki bu hikayede bir yerim olacaksa topraktım ben. Umudu, hevesi ekerdim yüreğime. Daha yeşermeden hayalkırıklığına dönüşürdü oysa. Bense gömerdim onları ve beklerdim, yaprakların dökülmesini. Rüzgara karşı verdiğim amansız savaş da böyle başladı. Yapraklar dalından ayrılınca savurdu rüzgar, bana ulaşamadan. O zamanlar anlamalıydım, sonunun böyle biteceğini...
Rüzgar'dan dayak yememin sebebi tahmin ettiğim gibi 'o kız'dı. Adını o zamanlar bilmiyordum bu yüzden karahindiba diye bir lakap takmıştım çünkü Rüzgar onu, ona yaklaşamayacak kadar çok sevdiğini söylüyordu. Bu kızın Ahu'nun kızı olması ve Ahu'yu da Rüzgar'ın babasının öldürmüş olması tüm düğümleri çözdü. Fakat bunların asıl sebebi, rüzgarın savurduğu, kurumuş bir yaprağın götürdüğü haberdi. Küçük bir ayrıntıydı kimse farketmedi, çamura bulanmış bir yapraktı, kimse görmedi.
Artık Rüzgar ve ben dosttuk, hatta abi kardeş gibiydik. Her gün okul çıkışında eve yürürken, mahallenin girişindeki pastanenin arkasından dolanıp, ağaçlık yoldan giderdik. Orada bir incir ağacının engin dallarına oturur, sohbet ederdik. Yağmurun habercisi kara bulutların olduğu bir gün yine bir ağacın dalında otururken, bana ailemi sordu. Hava soğuktu ve ben üşüyordum. Rüzgar'ın üzerinde ince bir şey, bende ise kalın bir hırka vardı. O bu haliyle bile üşümezken, ben titrememek için kendimi zor tutuyordum. Üşüdüğümü anlarsa utanırdım. Ömer'in sırf benimle oyun oynayabilmek için, yere düştüğünde yaşaran gözlerine aldırmadan sahte bir gülüşle 'canım acımadı' dediği günler geldi aklıma. Yüzüme buruk bir tebessüm yayıldı.
Rüzgar dalıp gittiğimi anladı ve sorusunu hatırlatmak istercesine dürttü. Mektup olayını anlattım. Benim bile inanasım gelmiyordu oysa.
"Bülent Hoca önceden..." dedi Rüzgar ve sustu. Eski bir anıyı zihnince netleştirmek ister gibi kaşlarını çatıp ciddiyetle düşünmeye başladı. Sonra aklına gelen düşünceleri kovmak istercesine elini sallayıp kalkalım dedi. Cümlesinin devamını sormadım çünkü bambaşka şeyler düşünüyordum. Gerçek olmadığını o zamanlar bile hissettiğim o sahneyi gözümde canlandırıyordum.
Eve haber ulaşmış, babam üzerime atılan iftiraya inanmış. Köyde herkes Murat'ın oğlu hırsız demeye başlamış. Babam hemen bir mektup yazıp beni istemediğini söylemiş. Ömer ağlamış. Abim yapmaz demiş. Kimse onu dinlememiş.
Bunun gerçek olmadığını hissediyordum. Ömer ne olursa olsun bana inanırdı biliyordum. Oysa babam da ne olursa olsun beni reddedemezdi, nasıl unuturum.
Bülent Hoca bana vurduğu gün sarhoş olduğundan hiçbir şey hatırlamıyordu. Dolayısıyla ondan uzaklaşmama anlam veremiyordu. Sık sık odasına kapanıyor ve ciddiyetle kalın kara kapaklı bir deftere bir şeyler karalıyordu. Rüzgar'ın onunla ilgili yarım bıraktığı cümleyi sormaya karar verdim. 'Bülent Hoca önceden...' ne.
O sırada mahallenin girişindeki pastaneye çarptı yine gözüm. Bir pastanın üzerinde 'iyi ki doğdun Ebru' yazıyordu. Benim doğum günüme de az kalmıştı. Babam olsa söylememe gerek kalmazdı, o neyi istediğimi bilir ve alırdı. Kendime artık çocuk olmadığımı ve her istediğimin olmayacağını hatırlattım. 18 yaşına giriyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İpsiz Uçurtma
Ficção GeralZihnimde bulanık bir anı...Sözlerini hatırlamadığım bir şarkının melodisi gibi veya en önemli parçası kaybolmuş bir yapboz... İçimde hep ne olduğunu bilmediğim bir eksiklik hissettim. Bir şeylerle doldurmaya çalıştıkça daha da eksildim, yenildim zam...