@BeyzaErdem'in kampa geliş hikayesi
İlk gün... Aslında o kadar çok şey ifade eder ki... Akılda kalan ilk bakışmalar, ilk tanışmalar olur. FAakat benim melez kampındaki ilk günümün benim için sahip olduğu tek değeri oraya gitmemin ardındaki nedendi.
Ben, dünyanın en harika babasına sahiptim. Annem benim için bir bilmeceydi o zamanlar ama babam... Benim yaşam sebebim, gülen yüzüm, kalbimin kralıydı. O kadar çok şey öğrenmiştim ki ondan... Sabrı, bilgeliği, özveriyi, cesareti... O hayatım boyunca tanıdığım en muhteşem insandı.
Fakat ne yazık ki çevremizdeki insanlar bundan bir haberdi. Onun fiziksel olarak farklı olması koca bir etiket kazanmasına yetmişti. Bu etiket sarı fosforlu ve kocamandı. Ve asla bu hayatta bir yer edinememesini sağlamıştı. 'Delilik'. Halbuki ne zamandan beridir vücudunu kontrol edememek delilik sayılıyordu? Zihnen bizden hiçbir farkı yokken...
Fakat görünüşe göre bunun hiçbir önemi yoktu. Mahallemizde vebalıymışız gibi dışlanıyorduk, okulda sürekli babam üzerinden hakarete uğruyordum. Bu sorun değildi ama. Babama bir şey olmadığı sürece hiçbir önemi yoktu. Ona bir şey olmadığı sürece.
O gün, benim doğum günümdü. Nedenini bilmiyordum ama bu babam için çok önemliydi. 14. yaş...
O gün oku çıkışında kütüphane görevlisi Serap Abla benden yeni gelen kitapları etiketlemede yardım etmemi istemişti. Başta hayır diyecektim çünkü o beni bekliyordu ama onun yardıma asla arkanı dönmeyeceğini bildiğim için kabul ettim. İki saat sonunda tüm kitaplar bitmişti. Ben de onu daha fazla bekletmemek için koşarak eve geldim. Fakat o evde değildi.
Telaşla tüm odaları taradım. Ama yoktu. Koşarak dışarı çıktım. O anda aklıma geldi. Pasta almaya gitmişti. Ah, neden önemliydi ki bu 14. yaş?
Hızımı kesmeden her yeri arayarak alt sokağa kadar indim. O anda öyle bir çığlık koptu ki, belki de tüm İstanbul'da duyuldu.
Korkuyordum. Nedendir bilinmez, o çığlığın babamla alakalı olduğunu biliyordum. Bu yüzden daha köşeyi dönerken vücudum hıçkırıklarla savruluyordu.
Ve o, oradaydı. İnsan selinin karşısında, Denizci Remzi'nin manifaturacısının önünde, tekerlekli sandalyesinden uzakta, başı kaldırdımın üstünde. Sanki uykuya dalmış gibiydi. Sanki izlediği belgeselden sonra sabahlamış, başı deri koltuğunun üstüne düşmüş gibi. Sanki onu uyandırmamı bekliyordu. Ona, 'Hadi kalk babam, boynun tutulacak,' demem gerekiyordu.
Birkaç saniye sonunda baş ucundaydım. "Baba?" Omzundan hafifçe sarstım. "Baba, uyan artık, boynun tutulacak."
Arkamdan hıçkırıklar yükseldiğini duyduğumda gözlerimi çevirmeden konuştum. "Sorun yok, uyuyakalmış, şimdi uyanır."
Arkamdan 112'yi aramaları ile ilgili konuşmalar geliyordu. Yine başımı çevirmeden konuştum. "Gerek yok. Hastaneye gerek yok. O iyi. O iyi."
Hıçkırıklar yine baş gösterdiğinde umursamadım. Fakat siren sesleri tüm sokakta yankılandığında korkuyla geriledim ve korkuyla onun önüne geçtim.
Fakat faydasızdı. Üç görevli ambulanstan sedyeyle indi ve önüme dikildiklerinde çaresizdim. Zorlukla babamı benden kopardıklarında ve nabzına bakıp başlarını iki yana salladıklarında tek yapabildiğim bağırmaktı. "Baba, uyan artık! Bak, seni götürüyorlar! Seni benden alıyorlar baba! Uyan artık! Uyan! Seni benden ayırmalarına izin verme!"
Sonrası çok hızlı gerçekleşti. Yada benim tek derdim o olduğu için bana öyle gelmişti. Beni bir odaya koydular, yarım saat sonra gelip onun öldüğünü ve beni kimsem olmadığı için yarın Çocuk Esirgeme Kurumu'na gideceğimi söylediler.
Bunu diyen polis babamdan çıktığını söylediği zarfı bana uzattı. Titreyen ellerimle mektuba ulaştım. Başında beni ne kadar sevdiğinden ve onun için olan değerimden bahsediyordu.
"Tatlım, bugün senin doğum günün. Ama bilmen gereken bir şey var. Yıllardır bilmen için bugünü bekliyordum. Biliyorum, inanmayacaksın. Ama senin annen Türk Mitolojisindeki su tanrıçası Aka Ana. Biliyorum, çok komik. Ama durum bu. Ve aynı romanlarda okuduğun gibi bir Melez Kampı var. Ve şimdi senden buraya gitmeni istiyorum. Biliyorum, beni bırakmak istemiyorsun ama ben seni tehlikelerden koruyamam. Bu yüzden, benim seni çok sevdiğimi unutmayıp o kampa gitmelisin. Ama sorun şu ki kamp nerede bilmiyorum. Tek bildiğim zamanı geldiğinde orayı bulacağın. Zaman gelmek üzere bebeğim. Şimdi o gözlerinin yaşını sil. Bu arada zarfın içindeki kolye akuamarin kolyesi. Bana annenden kalan tek hatıra. Deniz hayvanlarıyla konuşmanı sağlayacak. Ve yatağımın altında bir kılıç var. Ve evet, çok garip biliyorum ama annen 14 yıl önce onu senin için yaptırdı. Git ve onu al. Biliyorum, bu mektubu okuduktan sonra benimle uzun bir konuşma yapacaksın ama sen de biliyorsun ki başka şansımız yok. Ne olursa olsun seni çok seviyorum. Baban."
Mektubu okuduktan sonra ağlarken gülmek istedim. Tanrı Aşkına! Bu imkânsızdı. Ama maalesef yapacak bir şey yoktu. Ve eğer tehlike varsa bunların üstünde düşünecek vaktim de yoktu. Zarftan bir kolye düştüğünde bunların bir şaka olmadığını anlamıştım zira. Bu yüzden hemen telefonumdan internete girdim. Aka Ana denen tanrıça hakkında kısa bir araştırma yaptım. Zamanım yoktu. Bu yüzden kolyeyi boynuma taktım, zarfı cebime attıktan sonra ilk kattaki odanın penceresinden atladım ve en yakındaki taksiye binip eve gittim.
Odama çıktığımda heyecandan elim ayağıma dolaşıyordu. Hemen bir sırt çantasına eşyalarımı doldurdum. Yine vakit kaybetmeden babamın odasına girdim. Onun anılarıyla dolu eşyalar burnumu sızlatmıştı ama ağlayamazdım. Şu melez kampına acilen ulaşmam gerekiyordu.
Hemen babamın yatağının altına eğildim ve elim metal bir nesneye ulaştığında zaferle kendime çektim. Deri kılıflı, metal kabzalı müthiş ağır bir kılıç vardı ellerimin arasında. Hayranlıkla inceledikten sonra sırt çantasının kulpuna bağladım. Çantayı omuzlarıma attıktan sonra babamdan bir hatıra için odasından ikimizin olduğu bir fotoğraf ve anca baş parmağıma olan aytaşlı demir yüzüğünü taktım.
Evden çıktığımda deli gibi yağmur yağıyordu bu yüzden kapişonumu başıma geçirdim. İyi ki kabanımın üstüne yağmurluk giymiştim. Birkaç metre yürüdükten sonra öfkeyle durdum. Nereye gidiyordum acaba! Bu melez kampına nasıl ulaşacaktım. Zamanı geldiğinde bulurmuşum. Yok ya!
Öfkeyle gerilen bacaklarımla bir anda koşmaya başladım. O kadar kızgındım ki... Babamı alan hayata, beni bırakan anneme, melezlere, kendime, yağmura! Gözüm hiçbir şeyi görmeden, nereye gittiğimi bilemeden saatlerce koştum. Ta ki, bacaklarım beni taşıyamayana, nefesim ciğerlerime ulaşamayana kadar.
Güçten düştüğümde, kendimi çamurların arasına bıraktım. Ve uyandığımda, kamptaydım.
Benim çok hoşuma gitti, sizce nasıl?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Melez Anıları
FantastikRick Riordan'ın PJO serisinden ilham alarak yazılmıştır. |2014©®™|