Niall
Arabanın içinde otururken saatimi kontrol ettim. Saat 7.56'yı gösteriyordu. Perdesi biraz açık olan evden hızlı hızlı gelip gittiğini gördüm birkaç kere. Telefonumdan kontrol ettiğim müzik listesinden başka bir şarkı açtım. Kravatımı biraz gevşetirken sıkıldığımı iyice farkediyordum. Yaklaşık yirmi dakikadır bekliyordum ve onun erken gelmeye niyeti yoktu.
Saatim tiz bir sesle öttüğünde saat 8'e vurmuştu. Ve tam o anda apartmanın kapısı açıldı ve dövmesini kusursuz bir güzellikte gösteren gül kurusu renginde bir ceket-pantolon takımıyla İsveçli çıktı. Arabayı görünce topuklularının yönünü bu tarafa doğru çevirdi. Sol kapıyı açtı ve oturdu.
"Günaydın." dedi derin bir nefes verdikten sonra. "Günaydın. İlk iş gününe hazır mısın?" "Aslında sadece ortam değişikliği yaşayacağım." diyip güldü. Üzerine tam oturan ve bileklerinin biraz üstünde biten gül kurusu pantolonunu biraz çekiştirdi. "Ama bunlar pek rahat sayılmaz." diye ekledi.
"Hep bunları giymek zorunda değilsin." dedim emniyet kemerini bağlarken. Arabayı park ettiğim yerden çıkardım ve devam ettim. "Daha rahat şeyler giymende sakınca yok."
"Senin de çok rahat giyindiğini göremiyorum." dedi giydiğim takıma istinaden. "Her gün böyle giyinmiyorum. Genelde dünkü gibi. Ama bugün özel bir gün." Göz kırptım.
Şirkete doğru ilerlerken telefonuyla uğraşıyordu. Kırmızı ışıkta durduğumuzda bakışlarımı telefonunun ekranına yönelttim. Yabancı bir dilde, muhtemelen İsveççe, mesajlar yazıyordu. Baktığımı fark etmiş olacak ki ekranı kapattı ve bana döndü. "İsveççe bilmediğini tahmin ediyorum." dedi abartılı bir şekilde gülümseyerek. Ben de aynı şekilde gülümsedikten sonra önüme döndüm.
Mia'ya geldiğimizde arabayı kenara çektim. Dörtlüleri yakıp Lova'ya döndüm. "Kahvaltı ettin mi?" diye sordum. "Biraz atıştırdım." diye cevap verdi. Bunun anlamı 'Ağzıma birkaç şey attım ama daha da olsa yerim' olduğu için "Kahve mi çay mı içersin? Ve nasıl içersin?" diye sordum. "Gerek yok." dedi ama hâlâ ona baktığımı farkettiğinde "Kahve. Sen nasıl içersen öyle istiyorum." İndim ve hızlıca Café Mia'ya girdim. İki kahve ve iki çörek aldıktan sonra arabaya geri döndüm.
Kısa süre sonra otoparka arabayı park etmiş ve asansördeki yerimizi almıştık. 24. kata çıkarken asansöre binenler Lova'ya garip garip bakıyordu. O yeniydi ve yeniler hep dikkat çekerdi. Ama onda farklı bir şey vardı. Yalnızca boynundaki dövmeden ve kehribar rengi saçlarından bahsetmiyorum, onda bir enerji vardı ve bu enerji insanların ona dönüp bakmasını sağlıyordu.
Yirmi dördüncü kata geldiğimizde indik. Odama ilerlerken beni bir adım geriden takip ediyordu. Departmandakiler şaşkınlıkla ikimize bakarken durumu anlamaya çalışıyorlardı. Ama başarısız olduklarını itiraf etmek zorundaydılar.
Odama girdiğimizde ben koltuğuma gömüldüm ama o kapının önünde dikilmeye devam etti. Bir süre bakıştık. Sonra masamın önündeki koltukları işaret ettim. Hızlı adımları sayesinde hemen dediğimi yaptı.
"Şimdi, aşırı profesyonel sayılmasam da Ranlogistics Operasyon Müdürü Niall Horan olarak yeniden tanışalım. Çünkü burada herhangi bir profesyonellik dışı hareket istemiyorum. Seni adın dışında neredeyse hiç tanımıyorum ama sana güveniyorum ve beni yanıltmayacağını düşünüyorum." diye ciddi bir konuşma yaptım. Başını sallayarak beni onaylarken ciddi görünüyordu. Bu yüzden kahkaha atmaya başladığımda bana garip bakması normaldi.
"Sen cidden buna inandın mı?" dedim kahkahamı bastırmaya çalışırken. "Profesyonellik mi? Ben, Niall Horan, dünyaya eğlenmek için geldim ve yirmi dokuz yaşında bir hissedar olmam bunu asla değiştiremez."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Girl With The Snake Tattoo
FanfictionNiall bir hırsız değildi. Takip ettiği yalnız kadınların evine gecenin bir yarısında giren bir sapık hiç olamazdı. Lova ise sadece uyuyordu. Tek suçu ona çok sıcak gelen Londra havasında kliması bozulduğu için evinin tüm camlarını açmaktı. Ve bazen...