Niall
Anne tarafındaki yemek masasına hakim olan gerginlik beni çok daha fazla germişti. Dönen konuşmadan anladığım hiçbir şey yoktu, sadece mimiklerden bir şeylee anlamaya çalışıyordum. Lova buraya gelmeden önce beni uyarmıştı tartışma olursa karışmamam konusunda ama zaten hiçbir şey anlamıyordum.
Niklas aralarında en rahat görüneniydi, Kjell biraz üzgün gibiydi, Niki ise kesinlikle sinirliydi. Lova hakkında kesin bir şey söylemek imkansızdı. Onun için zor bir gündü zaten, konuştukları her neyse onu daha da üzmüştü.
Lova birden elindeki çatalı tabağa sertçe bıraktı. Herkes ona dönerken o yine İsveççe konuştu. Niki yüzünü sıvazlarken Kjell kolunu tutup onu ikna etmeye çalıştı. Niklas başını iki yana salladı, o anda göz göz geldik. "Anlamıyorsun, değil mi?" dedi İngilizce olarak. "Evet. Dilinizi bilmiyorum. Ne oluyor?" diye sordum. "Lova hepimizden nefret ediyor." dedi ve göz devirdi. "Sizden nefret etmiyor. Annesine kızgın sadece." diye açıkladım ona. O sırada Lova ayağa kalktı ve bana "Otele gitsek sorun olur mu?" diye sordu. "Tabii, gidebiliriz." diyip ben de kalktım.
Lova eski odasına koyulan bavullarımızı sürükleyerek kapıya getirdi. "Sizde numaram var, beni arayabilirsiniz." dedim yolculamaya gelen Kjell'e. Eşi ve oğlu masadan kalkmamıştı. "Gitmeden seni görmeye geleceğim." dedi Lova Kjell'e İngilizce olarak. Kjell ikimize de baş salladı. Vedalaşıp çıktık.
"Ne oldu? Hiçbir şey anlamadım." dedim hemen Lova'ya. "Bana böyle davranmasına katlanmak zorunda değilim artık." dedi öfkeyle. Taksi çevirdik. Lova şoförle İsveççe konuşurken telefonum çaldı. Arayan Stephen'dı.
"Ni! Seni bekliyoruz bir saattir. Neredesin abi ya!" dedi ben açar açmaz. "Ben size haber vermeyi unuttum. Kusura bakma kardeşim. Malmö'deyim ben." dediğimde bir süre ses gelmedi. "Neredesin yani?" diye sorduğunda güldüm. "Coğrafyanın kötü olduğunu unuttum, pardon. İsveç'teyim. Lova'nın babasının karaciğer nakli olması gerekiyormuş. Onun için geldik." diye açıkladım. "Yılan Dövmeli Kız'dan mı alacaklar karaciğeri?" diye sordu. "Belli değil henüz, test sonuçları yarın çıkacak." diye cevapladım. Geçmiş olsun dileklerinden sonra görüşmeyi sonlandırdım. Audrina'yı onlara daha sonra anlatacaktım.
Bir otelin önünde durunca taksiden indik. Lova işlemleri hallederken ben telefonumla uğraşıyordum. Odaya çıkarken sessizdik. Lova sinirliydi, şu an onun üstüne gitmek istemiyordum. Ama odaya girince merakıma yenildim.
"Annenle ne için tartıştınız?" diye sordum. Yatağa oturdu ve omuzlarını düşürdü. "Benden yine para istedi. Ne için olduğunu sorunca Niklas'ın saçma sapan işleri için olduğunu söyledi. O saçma sapan demedi tabii. Parayı verebileceğimi ama beni dolaplara kilitlediği, bana bir çöpmüşüm gibi davrandığı günleri unutmadığımı ve oğlu için yaptığı bunca şeyin onda birini bana yapmadığını söyledim. O da haklı olduğumu, bana ahlak veremediğini söyledi. Öyle ki patronumla beraber olacak kadar ahlaksızmışım." dedi öfkeyle. Öne doğru eğildi. "Uyuyalım canım. Yorulduk bugün." dedim ve yatağın üstündeki örtüyü kaldırdım. Üstümüzü değiştirip yattık.
Sabah erkenden hastaneye gittik. Lova'nın karaciğerini alamıyorlardı çünkü onda da siroz başlangıcı varmış. Henüz ciddi seviyede değilmiş ama tedavi edilmesi gerekiyormuş. Benden alınan örnek uyuşmuyormuş. Doktorla konuşurken Lova'nın gözleri doldu. Babasına yardım edememek, onun ölümünü beklemek zorunda kalmak ona zor gelmiş olmalıydı. O merhametliydi, kırılgandı.
Babasının odasına giderken yere bakıyordu. Bana durumu açıklarken küçük bir çocuk gibiydi. "Ölmesini istemiyorum." dedi ağlamasına ramak varken. Dudaklarını büzdüğünde ona sarıldım. Bu ona yetmişti, ağlamaya başlamıştı. Kapının önünde Noa bizi öyle görünce önce şaşırdı, sonra üzüldü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Girl With The Snake Tattoo
FanfictionNiall bir hırsız değildi. Takip ettiği yalnız kadınların evine gecenin bir yarısında giren bir sapık hiç olamazdı. Lova ise sadece uyuyordu. Tek suçu ona çok sıcak gelen Londra havasında kliması bozulduğu için evinin tüm camlarını açmaktı. Ve bazen...