13 - Unlovable

104 8 1
                                    

Niall

İnen ve kalkan uçakların bilgilendirilmesinin yapıldığı panoyu merakla takip ediyorduk. Lova geç kaldıklarını söyleyip duruyordu ama bunlar olağan şeylerdi. Ama bunu ona o an anlatmak imkansızdı tabii. Noa ve Love birkaç gün için buraya geliyordu ve o çok heyecanlıydı. Onlar için hediyeler almış, evinde bir sürü değişiklik yapmıştı. Sesli söylemesine gerek yoktu, babasını affettiğini söyleyememenin pişmanlığını böyle telafi edebileceğini düşünüyordu. Onlara değer veriyor muydu, bilmiyordum ama onlar için çok hazırlık yaptığı kesindi.

"Niall, indiler" dedi Lova heyecanla. Üstünü düzeltmeye başladı. "Hayatım, sakin ol. Onlar senin bir hatanı veya eksiğini yargılamayacak. Telaş yapmayı bırak lütfen." dedim onu yatıştırmak adına. "Biliyorum ama ya beni sevmezlerse? O zaman çok kötü olmaz mı?" dedi omuzlarını düşürüp. "Seni neden sevmesinler? Asıl onlar böyle düşünmeli. Baban onların hayatındayken senin değildi. Sen onlara da kızgın olabilirdin ama değilsin. Yani demek istediğim, ortada sevilmemen için bir sebep yok." dedim ve ona sarıldım. "Babamın hasta olduğunu öğrenmeden önce onlara çok kızgındım." diye itiraf etti başını kaldırıp. "Seni yargılamıyorum, haklısın. Ama sadece sakin ol. Eminim ki her şey çok güzel olacak." dedim ve gülümsedim. O da gülümseyince burnunu öptüm.

"Lova!" diye son harfi uzatarak bağıran ve koşarak bize gelen Love'yi fark edince ayrıldık. Lova benden ayrılıp biraz eğildi ve ona doğru koşan kardeşine sarılmayı bekledi. İkisi sarılınca kocaman gülümsedim. Noa yanımıza gelirken kız kardeşler İsveççe bir şeyler konuşuyordu. Taşıdığı iki küçük bavulu almak üzere Noa'ya doğru yürüdüm. Yan yana gelince tokalaştık. Ama sonra beklemediğim bir samimiyetle bana sarıldı. "Hoş geldiniz." dedim ve bavulları aldım. Sonra üçü İsveççe konuşmaya başladı, muhtemelen merhabalaşıyorlardı.

Lova bana bakıp İsveççe bir şeyler söyledi yine. Kaşımı kaldırınca gülümsedi ve "Kusura bakma, canım, bir an anadilime kaptırdım. Gidelim istersen." dedi. Otoparka giderken Lova ve Love el ele tutuşuyordu. Arabama ulaşınca Love birden "Vay be" tarzında bir şey söyledi ve annesi onu ismini söyleyerek uyardı. Buna gülümsedim. Bavulları bagaja yerleştirip sürücü koltuğuna geçtim.

"Zahmet ediyorsun böyle. Biz giderdik aslında." dedi Noa İngilizce olarak. "Zahmet değil elbette, ne demek! Zaten Lova gece körü olduğu için geceleri onu yalnız bırakmak pek içime sinmiyor. Yani siz varken yalnız değil ama siz de yer bilmiyorsunuz. Kısaca sorun değil." diye saçma sapan bir cevap verdim. "Lova gece körü mü, bilmiyordum." dedi Noa şaşkınlıkla. Love İsveççe bir şeyler söyledi sonra. Noa ona İngilizce olarak "Love, İngilizce konuşabilirsin, tatlım. Niall'a kabalık etmek istemeyiz, değil mi?" dedi. Love tam bir İskandinav aksanıyla "Tamam ama aksan yapmakla uğraşamam. Öğretmenim aksanla konuşmamızı söylüyor hep." dedi. "Dert etme, Love. Ben de aksan yapamıyorum." dedim İrlanda aksanıma gülerek. "Niall, nerelisin? Dediklerinin çoğunu anlamıyorum." diye söylendi Love. "İrlandalıyım. Yaklaşık yirmi yıldır İngiltere'de yaşıyorum ama İngiliz aksanına pek alışamadım." diye onu daha yavaş konuşarak bilgilendirdim.

Lova'nın evine ulaştığımızda gece yarısı olmak üzereydi. Evdeki az kullanılan odaya yerleşirlerken ikimiz yiyecek bir şeyler hazırlıyorduk. "Beni sevmişler midir?" diye sordu Lova fısıldayarak. "Seni neden sevmesinler? Lütfen kuruntu yapma." diyerek onu rahatlatmaya çalıştım. Yemekleri hazırlayınca Lova onları çağırmaya gitti. Geldiklerinde "Ben eve gidiyorum, hayatım. Yarın sabah konuşuruz." dedim Lova'ya. "Camları kapatmayı ve kapıyı kilitlemeyi unutma. Bir dahaki sefere benim gibi harika bir adam girmeyebilir." diye dalga geçtim. Yemek yiyen Noa ve Love'ye veda edip kapıya gittim. Lova beni yolculadı, iyi geceler öpücüğümü alıp çıktım.

The Girl With The Snake TattooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin