Lova
Pazartesi günü sıkıntıdan patlamak üzereydim. Cumartesi sabaha karşı konuştuğumuz üzere Niall'a taşınmak için eşyalarımı toparlamıştım. Mobilyaların büyük çoğunluğu ev sahibine aitti, o yüzden özel eşyalarımı toplamam yeterli olmuştu. Akşam olduğunda çoğu şey hazırdı bu yüzden.
Ranlogistics'in ofisinin olduğu plazanın önüne ulaştığımda Niall beni arabasında bekliyordu. "Hayatım, boşuna yoruldun işte. Ben alırdım seni evden." dedi ben arabaya binerken. "Bana da değişiklik oldu." dediğimde gülümsedi ve yanağıma bir öpücük kondurdu. Arabayı çalışırdıktan sonra "Bence sana araba alalım. Ya da benim arabalarımdan birini al, böyle daha iyi olur." dedi ve heyecanla bana baktı. "Araba kullanmayı bilmiyorum, canım. Ayrıca gece körüyüm farkındaysan." dediğimde başını salladı.
"Günün nasıldı? Yeni asistanın başladı mı?" diye sordum. "Evet, başladı. Biraz burnu havada bir tip ama sıkıntı çıkarmadı şu ana kadar." dedi. Gülerek "Evi sana yakın mıymış bari? Sabahları alırken falan sıkıntılı olmasın." dediğimde elimi tuttu. "Sen Ranlogistics'teki tüm asistanlar senin kadar güzel sanıyorsun herhalde, canım." dedi ve elimi öptü. Sonra vites değiştirmek için bıraktı. "Toparlanabildin mi? Yarın akşam iş yemeğine gideceğim muhtemelen ama çarşamba sabahı taşınırız." diye sordu. "Evet, toparlandım büyük ölçüde. Yarın kiminle yemeğin var?" dedim merakla. "BP'nin yöneticileri ile dostane bir yemek işte. Maksat tankerleri yine Ranlogistics taşısın." dedi ve elini havada salladı. Ve ekledi: "Niamh da gelecekmiş. Babam iş ortaklarımızın kimler olduğuna hakim olmasını istedi."
"Niamh kim?" diye sordum. Beklemeden "Asistanım. Adını söylememiş miydim?" dedi. Başımı salladım.
Kliniğe vardığımızda Niall caymaya çalıştı. Ama kısa bir ikna konuşmasından sonra binanın asansöründeydik. İçeri girdiğimizde bizi bekleme salonuna aldılar. Psikolog kliniği klişesi olarak son derece rahat koltukları olan salonun ortasındaki sehpada tabii ki de psikoloji dergileri vardı. Bunlara bakıp içimden dalga geçsem de Niall gergin olduğu için hiçbir şey söylemedim.
Niall bana dönüp "Bunun işe yarayacağından emin miyiz?" diye sordu. "İşe yaramak diye bir şey yok, canım. Sadece sana yardımcı olacağını umuyoruz." dedim, başını salladı. Elini tuttuğumda bana bakıp gülümsedi. Başımı omzuna koydum, o da başını benimkine yasladı. "Teşekkür ederim." dedi Niall sessizce. Başımı kaldırıp ona baktım ve "Ne için?" diye sordum. "Audrina yüzünden yersiz yükselişlerim oluyor, bunun yüzünden beni terk etmediğin için teşekkür ederim. Terk etseydin de sana hak verirdim ama bizden kolayca vazgeçmediğin için teşekkür ederim." dediğinde gülümsedim ve uzanıp yanağını öptüm.
O sırada danışmada olan kadın Niall'ın adını seslendi ve Bay Hankis'in onu beklediğini söyledi. Niall ayağa kalktı, ben de onun ardından kalktım. "Telefonum sende kalabilir mi? İşten falan ararlarsa açar mısın?" dedi Niall ve cebinden telefonunu çıkarıp bana verdi. "Tabii. Açmamam gereken biri var mı?" diye sorduğumda düşündü ve başını iki yana salladı. Yanağıma uzanıp öptü. "Jag älskar dig." dediğimde gülümsedi ve gitti.
Görüşmenin iyi geçmesini umarak telefonumu çıkardım ve iş ilanlarına yeniden bakmaya başladım. İş ilanlarında değişen bir şey yoktu, bu durum her geçen gün moralimi daha da bozuyordu. O yüzden son zamanlarda hep yaptığım gibi Instagram'a girip insanların sahte ama çok mutlu hayatlarını izlemeye başladım.
Seansın ilk kırk beş dakikasında sadece birkaç mesaj gelmişti ama son on beş dakika kala Niall'ın telefonu çaldı. Arayan babasıydı. Açıp açmama konusunda kararsız kalsam da Niall açmamı istediği için terasa çıkıp açmaya karar verdim. Terasa çıktığım sırada arama sonlanmıştı, geri aradım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Girl With The Snake Tattoo
FanfictionNiall bir hırsız değildi. Takip ettiği yalnız kadınların evine gecenin bir yarısında giren bir sapık hiç olamazdı. Lova ise sadece uyuyordu. Tek suçu ona çok sıcak gelen Londra havasında kliması bozulduğu için evinin tüm camlarını açmaktı. Ve bazen...