Niall
Saate tekrar baktım. Uçak ineli neredeyse yirmi dakika olmuştu ama kimse görünmüyordu. Sonunda "Niall! Niall!" diye seslenen Love'yi gördüğümde yüzüme kocaman bir gülümseme yerleştirip yanlarına gittim.
Lova'nın annesi Niki, annesinin eşi Kjell, erkek kardeşi Niklas, kız kardeşi Love ve kız kardeşinin annesi Noa hep beraber gelmişlerdi. Niki ve Noa'nın beraber gelmesinin pek iyi bir fikir olmadığını zaten biliyordum ama onların arasındaki gerginliği daha ilk andan hissetmeyi beklemiyordum. Stockholm'den aktarmalı olarak gelmişlerdi ama Stockholm'deki yağıştan dolayı üç saat beklemek zorunda kalmışlardı. Yani öğlen gelmeleri gerekirken akşam üstü gelebilmişlerdi. Lova yetişemeyeceklerinden korkup ağlamıştı, ben de içi rahatlasın diye iki saattir havalimanında bekliyordum.
İlk selam veren Love'ydi. Küçük kızın hayatının en kötü zamanında tanışmıştık ama bana sevgiyle yaklaşıyordu. Ondan sonra Niklas bana sarıldı. "Burada saat kaç? Başladı mı yoksa? Sen giyinmişsin." dedi Niklas ayrıldıktan sonra. "Hayır, daha başlamadı. Zaten giyinmedim daha." dedim ve üstüme baktım. Üstümde spor bir takım elbise vardı, genelde ne giydiğimi bilmediği için yanılması normaldi.
Büyüklerle sadece tokalaştım. Niki çok keyifsiz görünüyordu. Buraya geldiği için mi, Noa'yla beraber olduğu için mi böyleydi, bilmiyordum. Ama böyle görünmesi her şekilde Lova'nın moralini bozacaktı. Otoparka varıp siyah minibüse küçük bavulları yerleştirdik. Herkes bindiğinde şoför sürmeye başladı.
"Lova hazırlandı mı?" diye sordu Love. "Muhtemelen hazırdır şu an. Şarjım bitti, en son bir saat önce konuştum." dediğimde Niklas "Sen ne zamandır bekliyorsun bizi?" diye sordu şaşkınlıkla. "İki saat falan oldu herhalde. Lova biraz telaş yaptı, klasik Lova yani." dedim gülerek. "Bilmez miyim!" diye güldü Niklas.
Kutlamanın yapılacağı otele vardığımızda içeri girerken "Hazırlanmanız için size odalar ayırttık. İsterseniz gece burada kalabilirsiniz ama evde de yerleriniz hazır. Yani istediğiniz gibi yapabilirsiniz." diye açıkladım. Resepsiyonda Stephen bir oraya bir buraya gidiyordu. Bizi görünce "Abicim neredesin ya! Lova kafayı yedi." dedi kollarını açarak. "Şarjım bitti." diyip omuz silktim. Stephen'ı Lova'nı ailesiyle tanıştırdıktan sonra resepsiyondan anahtarları aldım. Üç anahtarı aile üyelerine verdikten sonra Love ve Noa odalarına çıktı. Geri kalanlar önce Lova'yı görmek istemişlerdi.
Lova'nın hazırlandığı odaya çıktık. Kjell'in kardeşi arayınca onlar birkaç dakika sonra geleceklerini söylediler. Kapıyı tıklatıp içeri girdim. Lova ağlamaklı bir şekilde "Stephen, yalnız bırak beni. İstemiyorum hiçbir şey." dedi. Şaşkınlıkla Lova'nın beni görebileceği yere ilerledim. Yatakta oturmuş ağlıyordu. "Gelmediler, değil mi?" dedi sadece ben girdiğim için. Yanına oturup gözyaşlarını silmeye çalıştım. "Geldiler tabii ki. Hayatım, neden ağlıyorsun?" dedim. Makyajı akmıştı. "Neredeler o zaman?" diye sorarken Niklas içeri girdi. Ağlayan ablasını görünce direkt ona sarıldı.
Gelmeyeceklerine neredeyse emindi ama onları görünce çok mutlu olmuştu. Makyajı bozulduğu için makyözü tekrar çağırdık. Neyse ki boştu, gelemeseydi Lova daha çok telaş yapacaktı. Makyajı yapılırken herkes odasına gidip hazırlanmaya başlamıştı. Yatakta yatmış onu izliyordum. Makyaj bitince makyöz ayrıldı.
Lova kalkıp "Nasıl olmuşum?" diye sordu. Yanıma oturmasını işaret ettim. "Harika görünüyorsun." diyip dövmesinin üstünü öptüm. Sonra başımı omzuna yasladım. "Harry geldi mi?" diye sordu. "Bilmiyorum ki. Şarjda telefonum." dediğimde çenemden tutup başımı kaldırdı. "Lütfen bir daha şarjsız dışarı çıkma. Kaza falan yaptığını sandım." dedi. Dudaklarına bir öpücük kondurdum. "Bebeğim, kaza bile yapsaydım bu geceyi kaçıramazdım. Ben başımın çaresine bakabilirim, sen bir daha üzülme böyle." dedim, o da öptü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Girl With The Snake Tattoo
FanfictionNiall bir hırsız değildi. Takip ettiği yalnız kadınların evine gecenin bir yarısında giren bir sapık hiç olamazdı. Lova ise sadece uyuyordu. Tek suçu ona çok sıcak gelen Londra havasında kliması bozulduğu için evinin tüm camlarını açmaktı. Ve bazen...