Lova
Sabaha kadar dönüp durmuştum. Düşünmekten başım çatlayacaktı artık. Gitmem gerekiyordu. Aile kavramını pek hissedemesem de onun bana ihtiyacı vardı. Kötülüğe kötülükle karşılık vermek mantaliteme uymuyordu. Ama yine de bilet almak için biraz daha bekledim. Gitmek için can atmıyordum ne de olsa.
Hava aydınlanınca dönüp Niall'ı uyurken izledim. Dün babamın haberini aldıktan sonra ikisini öyle görünce nefes alamamıştım adeta. Audrina gittikten sonra Niall'ın gözlerine baktığımda kocaman bir boşluk gördüm. Baba olma imkanının elinden alınması ona çok ağır geliyor olmalıydı. Bunu öğrendikten sonra eski eşini sevgiyle öpmesi manasız olurdu.
Biraz sonra uyandı. Yanağıma bir öpücük kondururken gülünsüyordu. "Uyumadın mı?" diye sordu. "Biraz uyudum. Erken uyandım ama." diye yanıtladım. "Karar verebildin mi?" dediğinde son kez değerlendirdim durumu içimde. "Evet. Gideceğim." dediğimde tekrar gülümsedi. "Biliyordum. Hemen uçak bileti bakalım." diyip komodininden telefonunu aldı. Telefonunu elinden çektim. "Gelmene gerek yok." dedim. Başını iki yana salladı. "O zaman biletleri ben alayım en azından." dediğimde düşündü ve onayladı.
Öğlen kalkacak Malmö uçağına bilet aldım. Kalkıp hazırlanmaya başladık. Ne kadar kalacağımızı bilmediğimiz için Niall bavula her şeyi koyuyuordu. O bavulunu ve gerekli evraklarını hazırladığında ben de kahvaltıyı hazırlamıştım. Sessiz geçen kahvaltı sonrasında Niall anne ve babasına durumu anlatmak için telefon açtı. Dönüşünde benimle tanışmak şartıyla iyi yolculuklar dilediler.
Niall'ın evinden çıktığımızda saat 10'du. Geç kalmamayı umuyordum. Taksiyle benim evime geçtik. Ben de hızlıca bavul hazırladım. Tedirgindim, babamın ne durumda olduğunu bilmiyordum. Niall üstümdeki kötü havayı dağıtmaya çalışmak için sürekli bana takılıyordu ama etkisi azdı.
Evimin kapısını kilitlerken "Taksi çağırıyorum hemen." dedi Niall. "Taksiye gerek yok. Zaten uzun sürer taksiyle. Metroya binelim." diye önerdim. "Lova, ben hayatımda metroya binmedim." dedi Niall. Gülerel ona baktım. "Tam bir züppesin." dediğimde saçımı karıştırdı.
Binadan çıkınca yürüme mesafesindeki istasyona gittik. Metronun girişinde Niall etrafı inceliyordu. "Ben şaka yaptığını sanıyordum." dedim şaşkınlıkla. "Hayır, şaka değil." dedi ve omuz silkti. "Yıllardır Londra'da yaşıyorsun ve dünyanın en eski metrosuna binmedin. Çok ilginçsin, canım." dedim. "Hiç ihtiyacım olmadı."
Perona inince küçük çocukmuş gibi ona metroyu anlatmaya başladım. "Bak, canım, burası peron. Buradaki sarı çizgilerden ileri geçmemelisin güvenlik açısından. Trenin gelmesine ne kadar kaldığı şurada yazıyor. Tren gelip kapılar açıldığında geride durmalısın ve inenlere öncelik vermelisin. Çünkü mantıken içeridekiler inmeden binmen çok daha zor." Beni gülerek dinliyordu. Anlatımım bitince omzundan raylara doğru ittirdi. Sendelerken beni tuttu. "Koca adamsın yaptığın şakalara bak ya. Sorsan otuz yaşında dersin. " dedim yaptığından çok korksam da.
Tren geldiğinde bindik. İkimiz de oturabilmiştik neyse ki. Bir saat süren ve Niall'ın pasaportundaki biyometrik fotoğrafıyla dalga geçmemle geçen yolculuğun sonunda havaalanındaydık. Güvenlik kontrolünden geçtikten sonra pasaport ve bilet işlemlerini tamamladık. Uçağın kalkmasına hâlâ biraz vardı. Oturduğumuzda annemi aradım gelişimi haber vermek için.
"Alo? Lova sen misin?" diyerek açtı üvey babam Kjell. "Evet, benim. Annem oralarda mı?" diye sordum. "Duşta. Acil bir durum varsa ben söyleyebilirim canım." dediğinde Niall'a baktım. Konuştuklarımı anlamaya çalışıyordu ama başarısızdı. "Babam hastaymış, nakil yapılması gerekiyormuş. Ben Malmö'ye geliyorum. Haber vermek istedim. Erkek arkadaşım da gelecek. Akşam yemek yeriz belki." dediğimde Kjell sevinçle bağırdı. "Lova! Çok sevindim. İkiniz de misafirimizsiniz artık, odanızı hazırlıyorum hemen." dedi ama ben "Oda hazırlama lütfen, otelde kalırız. Hem hastaneye yatma durumum var. Niall İsveççe bilmiyor, sizden çekinir." diyr karşı çıktım. Kjell uçağın iniş saatini ısrarla sordu yine de. Geleceğini söyledi.
Telefonu kapattığımda Niall gülerek bakıyordu bana. "Bir kelime bile anlamadım ama çok komiksin İsveççe konuşurken." dedi ve taklidimi yapmaya başladı. Ona sarıldım. "Canım, çok korkuyorum." dedim. Saçımı öptü. "Biliyorum, hayatım. Her şey güzel olacak, inan bana. Yanından ayrılmayacağım."
Uçağa bindiğimizde ikimiz de müzik dinledik. Ben uyuyakalmıştım yolun yarısında. Vardığımızda Niall beni uyandırdı. Uçaktan indik, bavul bandının yanında annem, üvey kardeşim Niklas ve Kjell bekliyordu. Bavullarımızı alıp yanlarına gittik.
Annem bana sarıldı hemen. Çok içten olmasa da ben de karşılık verdim. Annemden sonra Niklas ve Kjell'le de selamlaştık. "Bizi tanıştırmayacak mısın?" dedi Niklas hınzır gülüşle. "Bu Niall, erkek arkadaşım ve patronum." dedim İsveççe. Niklas ıslık çaldı. Niall'a dönüp İngilizce "Annem Niki, üvey babam Kjell ve kardeşim Niklas." diye tanıttım. Niall onlara dönüp "Tanıştığıma çok memnun oldum. Biz Lova'yla otelde kalmayı planlıyorduk aslında. Size rahatsızlık vermek istemeyiz." dedi. "Evet, babamın yanına gitmem lazım zaten." dedim İsveççe. Niall beni dürtüp kaşını kaldırdı. Onu desteklediğimi anlatmaya çalıştığım bir göz kırpması yolladım.
Annem pek şikayetçi değildi. "O adama ne diye yardım ediyorsun onu da anlamış değilim ama haklısın sanırım." dedi bu yüzden. Niklas ofladı. Beni severdi.
Babamın eşi Noa'yı aradım. Hastanede olduklarını söylediler. Anneme ve ailesine akşam yemeği sözü verip taksiye bindik. İçim burkulmuştu biraz. Annemin ailesi çok mutluydu, bu yüzden annem beni istemiyordu. Niall bir şey söylemeye çekiniyordu. Elimi tuttuğunda ona döndüm. "Hayatım, iki tarafla da kalmak zorunda değiliz. Otelde kalırız. Araba kiralayabiliriz de istersen. Ben sağdan akan trafiğe alışık değilim ama bakarız işte." diyip elimi öptü. Başımı salladım. "Annem beni istemiyor, sen de fark ettin, değil mi?" diye sordum. "Konuşmalarınızı anlamadım ama buraya kadar geldiklerine göre seni istemiyor değillerdir." dedi. Omuz silktim.
Hastaneye vardığımızda Noa'yı aradım tekrar. Oda numarasını öğrenince asansörle kata çıktık. Kardeşim Love beni görünce koşmaya başladı. On iki yaşındaki kız kardeşim beni sadece bir kere görmüştü ama bir ablası olması onu çok mutlu etmişti. Bana sarılan küçük kıza ben de sarıldım. Niall ondan haberdar olmadığı için şaşkın şaşkın bakıyordu.
Noa gülümseyerek yanımıza geldi. "Hoş geldin, tatlım." dedi ve kızından sonra o da bana sarıldı. "Merhaba. Bu Niall, erkek arkadaşım." dedim İsveççe. tanıttım. "Bu Noa, babamın eşi. Bu da Love, kardeşim." diye İngilizce olarak Niall'ı bilgilendirdim. Noa ile Niall tokalaştılar. "Lova, Viktor pek iyi durumda değil. Öncelikle bunu bilmen gerek. Son umudumuz sensin. Birkaç donörün karaciğeri nakledildi ama uyum göstermedi. Senden bunu istememekte çok ısrar etti ama ben senin ona iyi geleceğine inanıyorum." dedi Noa gözleri nemli bir şekilde. "Hayatım boyunca o bana iyi gelmedi. Ben nakli reddetseydim ve ölseydi kendimi affedemezdim. Buraya gelmiş olmam onu çok sevmemden veya affetmemden kaynaklanmıyor." dedim ciddi bir şekilde. Başını salladı. "Haklısın. Diyebilecek hiçbir şeyim yok. Umarım bir gün onu affedebilirsin." dedi. Sonra babamın odasına girdik.
Makinelere bağlı bir şekilde solgun cildiyle yatıyordu. Onun için üzülmemek imkansızdı. En az beş yıldır görmemiştim onu, çok yaşlanmıştı. Beni görünce ağlamaya başladı. Noa onu sakinleştirmeye çalışırken ben de gözlerim dolmasın diye yukarı bakıyordum.
"Lova, sen benim gözbebeğimsin." dedi babam biraz sakinleşince. Verecek bir cevap bulamadığım için "Bu Niall,erkek arkadaşım." diyerek Niall'ı tanıttım. "Benim için mi geldiniz?" diye sordu. "Noa nakil olman gerektiğini söyledi." dediğimde mutluluktan gözleri parlamıştı. "Benim için ameliyat mı olacaksın?" dediğinde derin nefes aldım. "Bence duygusallaştırmayalım durumu. Uyum sağlanırsa vereceğim karaciğerimi." dedim. "Beni sevmediğini sanıyordum." dedi babam şaşkınlıkla. "Ben seni her zaman sevdim. Ama ne kadar seni sevmeye çalışırsam kendime olan sevgimi o kadar kaybediyorum. Ölmüş olsaydın yokluğunu bir sebebe dayandırabilirdim. Bir yerlerde yaşayan ama yokluğuna alışmam gereken bir babaya sahip olmak kolay değil." dedim soğukkanlı bir şekilde. Ama gözyaşlarım akmaya başlamıştı.
İsveççe konuştuğumuz için hiçbir şey anlamayan Niall omzumu okşadı. Odadan çıkıp tahlil yaptırmaya gittim. Niall da yaptırmıştı yararı olabilir diye. Sonra annem arayınca onların evine gitme kararı aldık. Zor bir akşam olacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Girl With The Snake Tattoo
FanfictionNiall bir hırsız değildi. Takip ettiği yalnız kadınların evine gecenin bir yarısında giren bir sapık hiç olamazdı. Lova ise sadece uyuyordu. Tek suçu ona çok sıcak gelen Londra havasında kliması bozulduğu için evinin tüm camlarını açmaktı. Ve bazen...