Arkadaşlar, hikayelere hiçbir zaman Vote veya yorum sınırı koymak gibi bir derdim olmadı. Ancak bu onlara ihtiyacım olmadığı anlamına gelmiyor. Sizden ricam bana bir saniyenizi ayırıp Vote vermeniz. Bir şeyler yazan biri olarak emeğimin karlışığını beğenilerinizle almak paha biçilemez :) Multimedyaya resim koymayı öğrendim sanırım. deneyeceğim, bakabilirsiniz :)
4.Bölüm ANLAŞMA
Kulaklarımı dolduran melodi vücudumdaki her bir hücreye ayrı ayrı işlemiş, beni oturduğum koltuğa çivilemişti. Etrafımdaki insanların sesin kimin olduğunu anlayacağına o kadar emindim ki, kafamı sıraya yaslayıp kollarımı yüzüme siper etmiştim. O kadar çok korkuyordum ki... Sanki bu büyük anfinin kapısı gürültüyle açılacak ve içeriye sarhoş babam girecekti. Sana bir daha şarkı söylemeyeceksin! Demedim mi diye bağırıp beni evire çevire dövecekti. Kafamı dolduran düşünceler kendimi bir karınca kadar küçük ve savunmasız hissetmeme sebep oluyordu. Gözlerime dolan yaşlarla savaşamadan kendimi sınıfın dışında buldum. Nefes almam, temiz hava solumam gerekiyordu. Göğsümü tırmalayan panik ağzımın içini doldurdu ve dudaklarımdan bastırılmış bir çığlık yükseldi. O çocuktan o kadar nefret ediyordum ki, bir insana böyle bir nefret besleyebileceğimi tahmin bile edemezdim. Duvarlara elimi dayayarak zorlukla ayakta durabildim. O çocuğu gördüğüm yerde öldürebilirdim. Gözlerimden oluk oluk akan yaşları elimin tersiyle silip ilerlemeye devam ettim. Buralarda bir yerlerde olmalıydı, bir yerlerde eserini izliyor olmalıydı.
Omzuma dokunan uzun parmaklar korkuyla irkilmeme sebep oldu. Arkamı dönmeye cesaret edemiyordum. İmkanı varmış gibi, babamı görmekten korkuyordum. Usulca arkamı dönüp keşke babamı görseydim diye mırıldandım. Ondan bin kat daha beteri vardı karşımda. Kafamı hızla önüme indirdim.
"Hayırlı olsun, sayemde meşhur oldun Güneş." Yüzündeki gülümseme alayla gerçeklik arasında gidip gelirken başımı kaldırıp gözlerimi gözlerine kenetledim. Kıpkırmızı olmuş, hafif şişmiş gözlerimdeki nefreti görsün istiyordum. Elini sertçe omzumdan ittim ve arkamı dönüp yürümeye başladım. Onu görüp küfürler savurmak, bağırıp çağırmak istemiştim evet, ancak öylesine boş bir insandı ki. Kendimi yormaktan fazlasını yapmamış olacaktım. Bacaklarım isyan bayrağını çekmiş, beni en yakın sedyeye yatırın der gibi bağırsalarda bir an önce buradan uzaklaşmam gerekiyordu. Fakat aynı güçlü el beni tekrar durdurdu.
"Neden ağ-" cümlesini bitirmesine fırsat vermeden suratına nerden geldiğini benim bile bilmediğim bir tokat geçirdim. Gözleri kocaman açıldı ve binadaki tüm gözler bize çevrildi. İçimden akıp giden ve neredeyse somut denilebilecek kadar kendini hissettiren duygu rahatlamaydı. Ona tokat atmak kendimi çok daha iyi hissetmeme sebep olmuştu. Az önce beni taşıyamayan bacaklarımı görmezden gelerek hızlı adımlarla binanın kapısından çıktım ve minnettar olduğum ormanlık alana kendimi attım. Koca bir ağacın dibine usulca çöktüm ve gözlerimi sımsıkı kapattım. Göğsümdeki sıkışma azalmıştı ancak hala varlığını hissettiriyordu. Derin derin nefes alarak ağaçların henüz ürettiği tertemiz oksijeni içime çektim. Şimdi ne olacaktı? İnsanlar beni tanımadıkları, sesimi de çok fazla duymadıkları için muhtemelen o kişinin ben olduğumu bilmeyeceklerdi. Evet, evet duvarlarım bir kere daha işe yaramıştı. Beni bulamayacaklardı. En azından ben öyle umuyordum.
Ciğerlerimi bir kez daha tüm pozitifliğimle doldurduktan sonra ayağa kalktım. Eğer koşmazsam derse asla yetişemezdim. On dakikalık tenefüsümde sessiz sedasız oturmayı planlarken şu yaşadıklarıma bakın! Bacaklarımı beynimdeki itirazlarına aldırmadan zorladım ve tüm gücümle mühendislik binasına doğru koştum. Binanın çok da yeni olmadığı belli olan duvarlarında az önce yankılanmış olan sesimi duyar gibiydim. Kendi salaklığıma mı, Kasıntı'nın kendini bilmezliğine mi yansam bilmiyordum. Babama karşı beslediğim nefreti paylaşmaya kararlı olsa gerek, her gün beni kendinden iğrendirecek bir şeyler mutlaka yapıyordu. Adımlarımı yavaşlatıp profesörün parmakları arasından kayıp giden kapı koluna tutundum ve zoraki bir gülümsemeyle içeriye geçtim. En arkada aceleyle çıkarken bıraktığım eşyalarım yerli yerinde duruyordu. Merdivenleri birer ikişer çıkarak yerime geçtim ve bana değmeyen gözlerin rahatlığıyla derin bir nefes aldım. Ben olduğumu anlamış olsalar, rahatsız edici bir tavırla beni süzerlerdi değil mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜNEŞ KARASI
ChickLitDaha ne kadar saklayabilir yaralarını o soğuk kişiliğinin ardında? Nereye kadar saklayabilir geçmişini? Daha ne kadar aşağılayabilir onu, ne kadar nefret ettirebilir kendinden? Ne kadar uzaklaştırabilir? Güneş, her zaman ısıtır mı dokunduğu teni? Pe...