8.Bölüm YÜRÜYÜŞ

257 27 6
                                    

Filmlerdeki veya kitaplardaki klişe sahnelerden hepimiz yaka silker, hepimiz şikayetçi oluruz. Korku filmlerinde duyduğu her sesin, tıkırtının üzerine "Kim var orda?" diye giden kurbanlardan, aşk romanlarında duygusuz ve acımasız kötü çocuğun çekimine kapılan masum kızlardan, komedi filmlerindeki yerli yersiz küfür eden ya da densizce konuşan adamlardan...

Şuan kimin odası olduğundan emin olamadığım bu geniş odada, Kaan'la yüz yüzeyken tam da o tarz klişe bir sahnenin içinde gibi hissediyordum. Karışmaması gereken şeylere burnunu sokan bir kız ve ona haddini bildiren bir erkek. Bundan sonra olacakları görebiliyor gibiydim. Muhtemelen kolumdan tutup beni kapının önüne koyacaktı.

Yine de belki bundan sonra bazı klişeleri daha az yargılardım. Uzaktan onlar hakkında yorum yapmak kolay oluyordu. Ancak benzer bir durumun içine düşünce... İnsanlar zaaflarına yenik düşüyorlardı demek ki. Ben de merakıma yenik düşmüş, o dosyaya bakmak zorunda hissetmiştim kendimi. Yine de biraz olsun kendimi savunabilmek adına beni parçalamak ister gibi bakan kahverengi gözlerine diktim gözlerimi.

"Kıyafet arıyordum. Üzerimdeki şeyler ıslakken rahat edemedim ve bu şort da..." Kısa bir duraklamadan sonra devam ettim. "Rahat değil." Yaptığım açıklama, bu odada ne aradığımın cevabıydı. Elimdeki bu dosyayı açıklayacak bir şey bulamıyordum ne yazık ki. 

Yere eğilip resmi usulca yerden aldı ve ne olduğunu görmeme izin vermeden dosyanın içine koydu. Dosya parmaklarımın arasından kayıp giderken ben kendi kendimi yiyordum. Ona sormaya asla cesaret edemezdim. Melek Arslansoy kimdi ve Kaan'ın neyi oluyordu merak ediyordum. Merak beni ne zaman iyi bir yere götürmüştü diye sorarsanız, hiçbir zaman. Ama bu, bir türlü merak etmeme engel olmuyordu.

"Çık." Sesindeki durgun ancak sert tını itaat etmemi sağladı ve adımlarımı kapıya doğru çevirdim. Kendime çok kızacağım şeyler yapıyor, aynısı bana yapılsa ortalığı ayağa kaldıracağım hareketler sergiliyordum. Dudağımı ısırmış kapıya ilerlerken kendime açtığım savaşı yine kaybettim.

"Melek Arslansoy kim?" Kaan olduğu yerde bir santim bile hareket etmeden dosyaya bakıyordu. Görmekten memnun olmadığını anlayabiliyordum. Cevap vermeyeceği de çok belliydi. Daha fazla şansımı zorlamadım ve kapıdan çıktım. Alt kata inip sessizce oturmam gerektiğini sezebilecek kadar aklım yerindeydi. Herhangi bir sorun çıkarsam, Kaan beni vakit kaybetmeden öldürüp bu evin arkasında bir yerlere gömecek gibiydi. Merdivenleri çabuk adımlarla indim ve kendimi açık renk koltuklardan birine bıraktım. Bu ev Kaan'a mı aitti yoksa burada başkası mı yaşıyordu bilmiyordum. Aslında, onun hakkında beni sürekli sinirlendiren, uyuz herifin teki olması dışında hiçbir şey bilmiyordum. Buraya neden onunla gelmiştim bilmiyordum. Burada ne işim vardı... Bilmiyordum. Onunla tanıştığımdan beri yaşadığım her şey çok aykırı, çok garipti. Bulaşmamam gereken şeylere bulaşmış, tanımadığım adamlardan kaçar olmuştum.

"Kalk." Merdivenlerin bitiminden bana kesin ve net bir sesle seslendi. Sesini duymak, içerisine daldığım düşüncelerden irkilerek sıyrılmama sebep oldu. Üzerimdeki lekeli ve ıslak tişörte bile canımı sıkamayacak kadar meşguldüm. Ayağa kalkıp yanına doğru yürüdüm.

"Telefon çekmiyor, yardım isteyemedim. Çekecek bir yer bulana kadar yürümemiz gerek." Kaşlarım hafifçe çatılırken, yine şansımı zorlamaya başladım.

"Ben kalsam? Kıyafetlerim... Pek uygun değil gibi." Kaan bana ateş saçan bir bakış gönderdikten sonra başını yana eğdi.

"Yeterince kurcalayamadım bir yerleri, beni biraz yalnız bırak ben de ne var ne yoksa talan edeyim diyorsun yani?" dedi keskin bir ses tonuyla. Yutkunmadan edemedim. Az önce karıştırdığım haltlar öyle hızlı çıkıp gitmişti ki aklımdan, sanki hiç yaşanmamış gibiydi. Sinirle kendimi savunmaya geçecektim ama... Neyi savunacaktım ki? Dudağımı ısırıp derin bir nefes aldım.

GÜNEŞ KARASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin