İnsanların sözlerine ne kadar güvenirsiniz? Ya da, güvenir misiniz?
Kahverengi gözün renkli göze, kıvırcık saçın düz saça, çekik gözlerin normal gözlere baskın olması gibi yalan söylemek de dürüstlüğe baskındır. Bundan yıllar sonra çekik göz genlerinin baskınlığından dolayı tüm insanların gözlerinin çekik olacağına inanılır. Çünkü çekik göz genleri normal göz genlerini içerisine hapseder ve karakterlerini göstermelerine izin vermezler. Yalan söylemek de bir gendir bana göre ve dürüstlüğe baskın gelir. Onun içindeki bütün iyi niyeti, bütün karakteri, bütün kendine özgülüğü sömürür ve üzerine kendi siyahını döker. İnsanların binlerce yıldır var olduğu düşünülürse, kim bilir ne zaman dürüstlüğün üzerine dökülen siyah mürekkep tüm beyazlığı yutmuştur bilemiyorum.
Bildiğim tek bir şey var, o da kimseye güvenmediğim.
Peki ya benim sözlerim? Diğer insanlar benim sözlerim hakkında ne düşünüyor?
Sanırım, şuan bunu öğrenmek üzereydim. Boğazımdan yükselip beni iki yakamdan tutulmuşçasına esir alan cesaret sayesinde ince parmaklarımı Tolga'nın koluna sardım ve onu kantinden dışarı doğru çekmeye başladım. Ne kadarını anlatabilirdim bilmiyorum ama ona bir şeyleri açıklamam gerektiğini hissediyordum. Bir arkadaşınızın olması böyle bir şeydi işte. Eylemlerinizden sorumlu olan tek kişi sizdiniz, ancak derdini tasasını hep birlikte çekerdiniz. Tolga hiç itiraz etmeden sürüklemelerime ayak uydurdu ve sonunda kantinden çıktığımızda kolunu sertçe parmaklarımın arasından çekti.
"Sevgilinin önünde konuşamayacağımız ne var da beni bir köşeye çekiyorsun? Hem onu kızdırmıyor musun? Benimle konuşmana izin verdiğini sanmıyorum. İzin almadan benimle konuştuğun için bir tane de sana geçirebilir." Özellikle canımı acıtmak için dilini bileğlemişçesine sözlerini etime sapladı. Onu bu kadar kızdıran neydi? Ona bazı şeyleri açıklamamış olmam mıydı? Kestiremiyordum. Elini gözüne götürmemek için kendiyle savaşıyordu. Bir iki kez elini kaldırıp, iyiden iyiye kızarmış olan sol gözüne doğru götürdü ancak dokunmadan geri indirdi. Sorusuna cevap vermeden onu tekrar sürüklemeyi denedim. Revire ya da en azından bir parça buz bulabileceğimiz bir yere götürmek istiyordum ancak sorularına cevap almadan gitmeyecek gibiydi. Büyük bir nefes aldım.
"O benim sevgilim falan değil. Kiminle konuşup kiminle konuşmayacağıma karışamaz." Boğazından boğuk bir kahkaha yükseldi ve 'Ben sahteyim' diye bağırırcasına dudaklarının üzerine oturdu. Gelecek kelimelerin yine etime saplanacağını bildiğimden istemsizce ellerimi onunla arama siper ettim.
"Şimdi de ergenler gibi ilk kavganızda ayrılıyor musunuz yani? Yapma ama Güneş! Seni yetişkin sanıyordum. Kendi ağzınla büyüdüğünü söylememiş miydin? Kimseden akıl almayacağını?" farkında olmadan ileri gidiyordu ancak farkında olmaması onu haklı çıkarmazdı. Gerilen sinirlerimi aldığım birkaç nefesle yatıştırmayı denedim. Bu zamana kadar kimseyi kazanmadığım için, birini kaybetmek nasıl bir his bilmiyordum. Ama yine de onu kaybetmek istemiyordum. Sözlerimi kafamda toparlayıp boğazımı temizledim. Pürüzlü ve kısık bir sesle konuşmamın pek de etkili olacağını düşünmüyordum.
"Ortada ayrılık falan yok! Bana laf sokmak için bu kadar çabalıyor olmasaydın şimdiye her şeyi açıklamış olacaktım Tolga. Biz Kaan'la sevgili değiliz. Oradaki kavgamız sahte bir kavgaydı. O lafları ciddi bir şekilde söylemedi ve bende ciddi karşılıklar vermedim. Bir nevi gösteriydi anladın mı? Kaan yüzünden peşime takılan adamlara yapılmş bir şov. Benim onun gibi bir Kasıntı ile işim olmaz." Kendimi açıklamış olmanın verdiği rahatlama hissinin damarlarıma yayılmasına izin vermeden konuşmaya başladı.
"Sen de buna inandın öyle mi? O sözlerin bir anda ağzından çıktığına ve sadece sahte bir kavga için olduğuna? Neden Ali veya Veli yüzünden değil de 'Senin fikirlerini etkileyen' Tolga yüzünden bağırdı çağırdı o zaman?" Bir an için söylediği şeylere hiçbir cevabımın olmadığını fark ettim. Sahi, o kavgayı yaparken aynı hissi bende tatmıştım. Sanki içindekileri kusuyordu. Sanki gerçekten kavga ediyorduk. Tolga benim düşüncelere dalmama izin verirken, sonunda elini gözüne götürebildi. Kızarıklık yerini tatsız bir şişkinkliğe bırakıyordu. Bir yandan onu sürükleyip bir yerlerde buz bulmak istiyordum, bir yandan da sorularına cevap almadan adım atmayacağını biliyordum. Sorduğu soruya bir cevap bulabilmek için sıkıntıyla kafamı salladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜNEŞ KARASI
ChickLitDaha ne kadar saklayabilir yaralarını o soğuk kişiliğinin ardında? Nereye kadar saklayabilir geçmişini? Daha ne kadar aşağılayabilir onu, ne kadar nefret ettirebilir kendinden? Ne kadar uzaklaştırabilir? Güneş, her zaman ısıtır mı dokunduğu teni? Pe...