15.bölüm
Bölümün gelmesi bu kadar sürdüğü için üzgünüm. Hazır yazılmış bölümü ekleyemedim Microsoft Office de karşılaştığım problem yüzünden. Bir arkadaşım saolsun, çözümü halleder halletmez karşınızdayım. Keyifli okumalar, vote ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen.
Siyah. Karanlık. Gece.
Hepsinin ortak noktası aynıdır. Soğurmak, kamufle etmek, gizlemek. Siyahın ışığı soğurması, karanlığın içinde binbir türlü kötülüğü misafir etmesi, yutması, geceninse en büyük günahları saklaması gibi. Gecenin şahidi olmaz. Ne kadar da doğru bir laf. En büyük vahşetler, en acımasız cinayetler geceye sığınır, onun sayesinde gizlerin.
Beyaz. Aydınlık. Güneş. Güneş?
Her iyiliğin bir kötülüğü olduğu gibi, her kötülüğü dağıtan da yine bir iyiliktir aslında. Siyahı beyaz dize getirir. Karanlığı aydınlık vurur. Geceyi Güneş dağıtır. Güneş siler en büyük hataları. Güneş ile son bulur tüm şeytanlıklar, korkular. Aydınlıktan değil de karanlıktan korkulmasının sebebi budur.
Gün doğmadan neler doğar. Sahi, gündüz neden bu kadar rahatlatır insanı? Karanlık neden bu kadar korkutur? Kendimizi mi çok yetersiz görürüz, yoksa düşman mı çok güçlüdür?
Aslında, Güneş değil midir batıp giden? Gün doğar ama, batmaz mı sanki? Neden korkarız karanlıktan? Neden tüm günahları ona sığdırıp, onu suçlarız hep? Neden, Güneş’i suçlamıyoruz?
Kim bilir, belki de adım Gece olmalıydı. Ya da, Siyah.
Gözlerimin oyalandığı ağaçların dibinde sıradan hareketlerle birbirlerine doğru, daha sonra da zıt yönlere adımlar atan iki iri adam vardı. Normal bir öğrenci olabilirlerdi, ancak o depoya götürüldüğüm gün sayesinde çok net bir biçimde o kısa boylu mafyaya ait olduklarını hissediyordum. Daha önce hiç tatmadığım bir duygu boğazımı tırmalamaya başlamıştı. Beynimi bloke eden korku düşünmemi engelliyordu. Öncelikle, fark ettiğimi fark ettirmemeliydim.
Bakışlarımı izlendiğimiz izlenimi veren adamlarla buluşturmamak için kafamı hızla Kaan’a çevirdim. O kadar huzursuz ve gergindim ki, anlamaması imkansızdı. Gündüz gözüne izleniyorduk.
“Telefonunu alabilir miyim?” kafamda dönen tilkileri biraz olsun yatıştırabilmek adına tedbirli davranmak için elimden geleni yapıyordum. İtiraz etmeden cebinden siyah Note 4’ünü çıkardı. Aklım allak bullak olmasına rağmen bir yandan bu büyük telefonu zarar vermeden elime alabilmek için çaba gösteriyordum. Şifrelenmemiş telefonu kendi S3’ümden alışkın olduğum bir şekilde ekran korumasından kurtarıp not defterini açtım. Tilkilerimin yatışması için olumsuz bir cevap almayı umduğum soruyu büyük puntolar ile ekrana yazıp telefonu Kaan’a çevirdim.
“Dinleniyor olabilir misin?” gözlerini iki satırdan oluşan sorumun üzerinde gezdirip benim aksime sesini kullanarak sorumu cevapladı.
“Bunu da nereden çıkardın?” istediğim cevabı bir türlü alamadığım için telefonu tekrar kendime çekip yazdığım soruyu sildim ve yeni cümlemi sıraladım.
“Sen soruma cevap versene!” durumun ciddiyetini anlaması için cümlenin sonuna koyduğum ünlem onu güldürdü.
“Hayır, kimse beni dinlemiyor.” Sesimi olabildiğince kısıp tutup telefondan uzaklaştırarak masaya doğru eğildim.
“Eminsin, değil mi?”
“Evet.”
“Neye evet, emin misin kısmına mı değil kısmına mı?” Kaan sinirle alnını ovdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜNEŞ KARASI
ChickLitDaha ne kadar saklayabilir yaralarını o soğuk kişiliğinin ardında? Nereye kadar saklayabilir geçmişini? Daha ne kadar aşağılayabilir onu, ne kadar nefret ettirebilir kendinden? Ne kadar uzaklaştırabilir? Güneş, her zaman ısıtır mı dokunduğu teni? Pe...