"Ben ki Kim Jongin! Onun en büyük hayranı... Nasıl bu hale gelmiş olabilirim?"
Dükkanın ortasında, bir eli çenesinde derin düşünceler içerisinde dikiliyordu Jongin. Rastaları saç derisini rahatsız ettiğinde bir eli başı üzerine çıktı ve kaşıdıktan sonra eski haline döndü.
"Bu kutuları ne yapacağız?" diye sordu Luhan.
"Nasıl kaybetmiş olabilirim? Bir yerde mi düşürdüm acaba?"
Jongin'in kendisini duymayışına değil, dediği laflar yüzünden sinir krizi geçirmek üzereydi. Arkadaşı gittikçe kafayı yiyordu.
"Saçmalamayı kes artık da şunlarla ne yapılacağını söyle."
"Anlamıyorum." Jongin çenesindeki elini çekerek ellerini beline dayadı. Kısık gözleri hızla hareket ediyor ve dişleriyle dudaklarına açtığı savaşı sürdürürken zihnindeki denklemi sonuçlandırmaya çalışıyordu. "Hayranlığım nereye gitti Luhan, nereye gitmiş olabilir?"
"Satmış olmayasın?"
"Satmış olabilirim."
"JONGİN!"
"Ha? Ne? Ne oldu?"
"Kendine gel, kendine. Hayranlığını nasıl satabilirsin?"
"Oh! Doğru."
"Gerçi senden beklerim."
Jongin yalancı bir kahkaha ile kutuları kendine dert etmiş arkadaşına omzuyla vurup koltuğa geçti.
"Dükkanı boşaltıyoruz. Boşuna kutularla ilgilenme, bırak öyle kalsınlar."
"YAH! JONGİN! HALA MI AKLIN BAŞINA GELMEDİ?"
Luhan hiddetle Jongin'e döndü. Gözleri ateş saçıyordu. Arkadaşının tatlı yüzüne ne olmuştu öyle? Jongin korkusunu içine atıp yutkundu ve gözlerini kaçırdı.
"Dükkanın kirasını karşılayamıyorum canım arkadaşım. Hemen celallenme bana!"
Luhan sakinleşip kutulardan birine oturduğunda Jongin biraz daha güvende hisseder oldu.
"Şu aralar tek bir şey bile satamadım zaten. Geçen gün yüzlerce kişi kapıda bekliyordu ya! Ama tek bir şey bile satamadım. Of, of, of!"
Jongin ağlarcasına dizlerini dövmeye başlamıştı. Luhan ise onay veremediği bu durum için başını bıkkınlıkla sallarken Jongin'in sızlanmalarına karşı da kulaklarını kapadı.
"İşte bu yüzden." dedi Jongin'in söylenmelerine aldırmayarak. "Bu yüzden hayranlığını kaybettin Jongin. Tek düşündüğün bugün neler sattığın, satacağın, satamadıkların! Oysaki her anını 'o ne yapıyor' diye düşünerek geçiriyordun. Her konsere onu görmek için gidiyordun; bir imzasını almak için saatlerce sıra beklemek senin için sorun değildi. Şimdiyse onu görmek için değil, dükkanı doldurmak için konser olsun diye dua ediyor, imzalı fotoğrafını cama asmak için oflaya puflaya sıralarda sürünüyorsun. Özeline kadar girmeni saymıyorum bile. Yaptığın şeyi nasıl önemli bir şey değilmiş gibi söyleyebilirsin ki? Ben bile söylerken utanıyorum ama sen, yaptığın hırsızlığın farkında değilsin bile. Şimdi de gelmiş hayranlığımı kaybetmişim, acaba bir yerde mi düşürdüm diye salak saçma konuşuyorsun geri zekalı! Adam senin yüzünden gözüne uyku girmediğini söylüyor, sen kapıdaki yüzlerce kişi için ağıt yakıyorsun. Ay bana bir şeyler oluyor."
Jongin kendini yere atan arkadaşıyla sözlerin vuruculuğundan çıkıp Luhan'a koştu ve onu yerden kaldırarak koltuğa taşıdı.
"Şu kendini yere atma numarasından asla vazgeçmeyeceksin değil mi?"
"Aptal. Başlatma bayılmana. Bir paragraf konuştum, kendine gel artık."
*****
"Pişt, telefon numaranı versene."
Kyungsoo kahve siparişi vereceği sırada kulaklarına değen dudaklarla irkilmiş, üstelik konuşanın yüksek ses tonu yüzünden durduğu yerde iki büklüm olmuştu.
Yanına böyle rahatça kimsenin yaklaşamayacağını biliyordu. E tabii, kişinin ses tonu da tanıdık geldiği için, omuzları arasına aldığı başını oradan çıkartarak yanına baktı.
Jongin, başına geçirdiği renkli bere, giydiği bol ve desenli gömlekle dikilmiş, kocaman sırıtıyordu ona.
"Ne işin var senin burada?" diyerek fısıltıyla bağırdı. Bu sırada gözleri siparişini bekleyen çalışana kaymıştı. Kız onları pür dikkat dinlerken Jongin ile muhatap olamazdı.
"Git başımdan."
Jongin omuzlarını oynatarak istemediğini belirtti. Kyungsoo, sinirlerine zor hakim oluyordu.
"Rahat bırak da şurada bir kahve keyfi yapayım."
"Beraber yapalım."
Jongin'in utanmaz hallerine koca bir göz devirdi Kyungsoo. Tabii, yanındaki gencin çığlık atmaya başlaması, herkese Kyungsoo'yu işaret ederek "Awww... Şuna bakın! Çok tatlı değil mi?" demesi üzerine şoka girmesi gecikmedi.
Çevresini kontrol etti. Herkesin onları izlediğini görünce sipariş vermekten vazgeçip olabildiğince hızlı bir şekilde dükkandan çıkmayı umdu. Arkasına bakmadan masaların arasından geçti. Kapıya ulaştı, kendisini sokağa attığındaysa kısa süren rahat bir nefes aldı ve onu bekleyen arabaya koştu. Arabaya bindiğinde arkasından birisinin daha atlamasını ve onu ittirerek yanına oturmasını beklemiyordu.
"Jongin, ne halt ediyorsun?"
"Hiiçç... Seninle geliyorum."
"İn şu arabadan. Laf söz çıkacak ya."
"Korkma, tüm magazin dünyası benim elimde. Hemen hallederim."
"Saçmalama lütfen. Senden inmeni rica ediyorum."
"Ama neden? Seninle gelmek istiyorum."
"Benimle gelemezsin Jongin. Bunun için bir gerekçen yok. Şimdi in şu arabadan, lütfen."
"Bana ne ya! Geleceğim dedim işte."
Yanındakinin çocukça tavırları, kollarını bırakmayan elleri ve yalvarırcasına bakan gözlerine şaşkınlıkla bakarken pes etmek üzereydi.
"Bırak gelsin Soo. Gözümüzün önünde olması daha iyi."
Birbirlerinin bakışlarında takılmış ikili konuşan Chanyeol ile ona dönmüşlerken Kyungsoo göz göze geldiği diğer üyelerle birlikte arabada yalnız olmadıklarını yeni hatırlamıştı.
"Telefon numaranı verecek misin?"
Jongin'in umurunda bile değildi anlaşılan. Kendi telefonunu yüzüne uzatmış, sallayıp duruyordu.
*****
Yavaş yavaş KaiSoo'ya gelelim artık di miğğ?😍
ŞİMDİ OKUDUĞUN
D.O. Bank || KaiSoo
Fanfic"Daha geçen gün donu kaybolmuştu." Ağzındaki tüm yemeği sonuna kadar gösteren bir gülüş sergileyen Chanyeol, bu durumdan büyük bir zevk alıyor olmalıydı. "Telefon kabı da kayboldu." "Dudak koruyucusu." "Tişörtleri." "Kupası." "Ceketi." "Çoraplarını...