Sabahın erken saatleri'ydi. Hafif aralık perde'den içeriye giren loş güneş ışığı odayı az çok aydınlatıyordu.
Alan, gözlerini hafifce araladı. Gerçekten çok susamıştı ve bunun için karşı yatakta yatan ablası'nı uyandırmayı istemedi.
Hiç ses çıkartmadan, yatakta doğruldu. Yorgan'ı üstünden atarak yataktan kalkatı, bir eliyle dağılmıs saçlarını kaşıdı bir eliyle de pijamasını düzelttikten sonra kapı'ya doğru yöneldi. Kapı'yı hafifce aralayıp kafası'nı dışarıya doğru uzattı.
Korido'da herhangi birisi'nin olup olmadığına baktıktan sonra koridora çıktı. Kapıyı yavaşca kapattı ardından, kimsenin uyanık olduğunu düşünmediği için parmak uçlarında yürümeye başladı. Direk olarak salon'a yöneldi, çünkü mutfağa gitmek için ana salon'dan geçmesi lazımdı. Etrafta, değil abileri hizmetliler bile yoktu.
"K-kimse var mı?" diye bağırdı kısık sesle. Cevap gelmeyince, yürümeye devam etti. Salon'a girdiğinde ise gördüğü manzara onu hem şaşırtmıştı hem de korkuttu. Hisa, salon'un tam ortasında, halı'nın üstünde uyuya kalmıştı.
İlk önce biraz tedirgin oldu ama sonra yerde yatması'nın üşütmesine neden olabileceğini düşünerek yanına gitti. Usulca seslendi,
"H-hisa, abla?" biraz gerisinde durarak baktı. "Hisa.....abla?" diye tekrarladı. Hisa, homurdanarak sağ tarafına döndü. Sarı saçları bütün halı'ya yayılıyordu. Üzerinde siyah yarım atlet ve altında ise yine siyah kısa bir şort vardı.
Alan, Hisa'nın duymadığını düşünerek biraz daha yanına eğildi. Tüm iyi niyetiyle yaklaşmaya çalıştı. Eliyle hafifce Hisa'nın kolunu dürttü,
"H-hisa a-abla?"
Hisa, uykulu bir şekilde gözünü araladı. Alan'ı yanına eğilmiş görünce gülümsedi.
"Günaydın şeker şey. Ne oldu? Süt falan mı ısıtmamı istiyorsun?" diye sordu alaycı bir şekilde, Alan bunu anlamadı. Tam konuşmak için ağzını açmıştı ki,
"Ki eğer öyle bir isteğin varsa tatlım içeride ki kıçını devirip yatmış hizmetlileri uyandırıp onlara söylemelisin. Hadi iyi geceler." diyerek güldü. Ardından kafasını ters yöne çevirip uymaya devam etti.
"Hayır...a-aslında ben..." Hisa, tekrar kafasını kaldırıp Alan'a baktı.
"Beton'da daha fazla yatarsan üşütürsün diye düşünmüştüm..." dedi, yine de Hisa'nın kendine bakması onu korkutuyordu.
Hisa güldü, ardından yattığıyerden doğrulup eliyle işaret ederken konuşmaya başladı,
"Seji'nin kardeşi olmasaydın şuracıkta seni boğabilirdim....peh...neyse, bak...o beton değil. Halı, ama yine de hoş uyarın için teşekkür ederim tatlım." diyerek güldü, artık şu veletin defolup gitmesini ve telrar uyumayı istiyordu. Tam geri yatacakken, Alan tekrar araya girdi.
"Ama....hasta olursun abla." diye tekrarladı. Hisa, önce halıya baktı. Sıcacık halısı, ardından Alan'a baktı. Kolu'nu alan'ın omzuna attı kafasını hafifce salladıktan sonra onu omzundan tutup sıkıca kendisine çekti.
"İyi o zaman....seninle tatlı tatlı yatarız. Hem sen de beni ısıtırsın." dedi ve Alan'a sıkıca sarılarak Halı'ya yattılar. Alan, uyardığına pişman olmuştu. Hayır, yürüyüp gitseydi ne olacaktı ki?
Alan, kurtulmaya çalışsa da yapamadı, Hisa ona iyice yapışmıştı. Onca çırpınmaya rağmen,
"H-Hisa abla....!" diye söylense de Hisa onu aldırmadı. Bacaklarıyla da onu iyice kendine kenetlemişti.
Bir yarım saat sonra ikisi de uyuya kaldı. Zaten Hisa, uyumak için yer arıyordu.****
Sabah saatler 9'u gösterirken ağacın tepesine oturmuş bir şekide Villa'nın açık camından içeriyi gözetliyordu. Kızıl saçları adeta bir ateş gibi rüzgarda uçuşurken boynuna taktığı siyah atkısı ağzını tamamen kapatıyordu. Üzerinde, Siyah, deri mont ve dar kesim siyah kot pantalon vardı. Elinde ise üstü açık deri eldivenler, Gözlerini ayırmadan, aynı salonda aynı kişiye bakıyordu. Silahı'nın belinden çıkarttı. Mermilerini kontrol etti, ardından görüş açısını.
Villa'nın tam karşısında ki devasa ağacın en üst dalında dengeli bir şekilde duruyordu.
Bir Eliyle, atkısını hafifce araladı. Gözlerini kapatıp açtıktan sonra tekrar ona baktı, onu öldürmek parçalara ayırmak istiyordu. Tekrar tekrar baktı, Sarı saçlı yeşil gözlü ölüm perisine. Hızla esen rüzgarda hafifce dudaklarını aralayarak Gülümsedi,
"Seni ben öldüreceğim." dedi sesi rüzgarla beraber kaybolmuştu. Ardından kaşlarını çattı, silahı ona yöneltti, parmaklarını tetiğe dayadı. Onu vurması an meselesi bile değildi ama, duruyordu işte. Bütün hücreleri onu öldürmeye odaklıydı. Tam tetiği çekecekti ki, durakladı ardınan Tekrar denedi, tekrar tekrar....defalarca. Ne kadar denese de, onca insanı öldürmek için gözünü kırpmadan bastığı bu tetiğe dokunmak bile istemiyordu. Ağacın gövdesine yaslandı. Bunu yapamayacaktı. Gözlerini sıkıca yumdu Elini, kulağındaki mikrofona götürüp düğmeye bastı,
"2. Plana geçiyoruz. İlk plan başarısız." ardından, kulaklığı çıkartıp avuçlarının arasında paramparça yaptı.
Ona baktıkca hatırladığı o lanet gün hala kanını donduruyordu. Elini yumruk yapıp bir kaç defa kafasına vurdu. Sadece, ona 'duygularını' hissettiren herşeyi, sonsuza dek unutmak istiyordu. Belki de, engel olan tek şeydi Aralık ayı'nın 16'sı....
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Öl Yada Öldür
RandomAralık ayı'nın 16'sı bütün her yer kırmızıya boyanmış bir halde, hava soğuk ve üstümde sadece yırtık bir kumaş parçası var vücudum buz tutmak üzere..... gözlerim loş ışığa alışmışken ameliyat masasına sıkıca bağlanmış bileklerimi kurtarmak için can...