SEKİZİNCİ BÖLÜM KESİT| MAHŞER YERİ

154 13 16
                                    

Herkese merhabalar! Kesite geçmeden önce bir şeye değinmek istiyorum. Okulların açılması söz konusu olduğundan bu durum gelen aylık bölümlerin bir tık aksayabileceği ile ilgili ancak sürenin çok fazla artmaması için elimden geleni yapacağım. Bunun sözü olması için de erkenden bu kesiti yayımlıyorum. 

Desteklerinizi esirgemeyeceğinizi umuyor ve daha fazla uzatmadan sizi kesit ile baş başa bırakıyorum. İyi okumalar dilerim. Kendinize iyi bakın. Ve tabi ki seviliyorsunuz. (: <3

(Düzenlendi.)

***

Bekleyiş, insan istediğini elde ettiği sürece zamana yenilmenin en güzel haliydi. Eğer çıkış kapısı da arzularını tatmin etmekten oluşuyorsa kimse o baş döndürücü haz bitene kadar geçtiği yollara bakmaz, o dikenleri hatırlamak istemezdi. Kim güzel bir bahçeye bakmaktansa avucundaki kirleri izlerdi? Parmak izlerini anımsatan ağaç gövdeleri, bazen haksız yere onu kesen baltaya inat yosun tutmazdı ve bazen bazı kavgalar yarım kalırdı. Benim kendimle olan kavgam, başkalarına yönelttiğim savaşlar daima tamamlanamamakla yüreğimde kabuklaşırdı. Bu kabuk, kalbimi kaplayan bir zırh olmak yerine onu içten içe çürütmeye hazırlanan bir sarmaşık olurdu. Ellerim o sarmaşığı parçalamak için göğüs kafesinden içeri uzandığında elimi saran deri, zehirlenirdi. Kendini iyileştirmek isterken bir insan kendini daha da ölüme iter miydi?

Ben itiyordum, kendimi affetmeye çalışırken ruhumu kendime çekip onu öldürüyordum.

Birçok şeyin etkisiyle yapıyordum bunu. Beni yaralayan ve öldüren birçok şey, benden izin almadan darbelerle usul usul ruhumu çürütüyordu. Bu çürüklere sebep olan sevgisizlik, ihanet veya yas oluyor; hisler bir olup içimde kine dönüşüyordu. Üzerinden geçen günler, kinin üstünü açık bırakıyordu. Küflenip kin, bedene yayılıyordu. Ama her şeye rağmen günün sonunda ölümü dileten asıl şey, yaşamın kendisi oluyordu.

Odanın ücra bir köşesinde, ayaklarımı göğüs kafesim içindekileri etrafa cesurca saçmasın diye tamamen kendime çekmiş ve kollarımı bacaklarımın etrafına sarmış bir halde, darmadağın saçlarımın yardımı ile yüzümün bir kısmını örterken görüşümü kısıtlayan saç tutamların arasından riyakarlık ederek yatağımın üzerindeki takım elbiseli şeytana bakıyordum. Önüne koyduğu el emeğiyle oyulmuş kare şeklindeki ağaç gövdesi, bize sunduğu tehlikeli oyunun taşlarına hareket sağlayabilmek adına abimle ortasında geniş bir alan oluşturuyordu.

Şeytan abime bakarak "Getsemani'de her şey mübahtır." diyordu. Kibirli, kendinden emin gözler cehennem ateşi ile harlanıp bir çocuğu alt etmenin hazzı ile abimi acımasızca yeniyordu. "Ve sen her şeyini ortaya döküp oynuyorsun." Dürüstlüğünden faydalanarak onu her seferinde yakalıyordu. Bahçenin genişliğine karşın içinde bulunduğumuz odada bizi daimi köşeye sıkıştırışı gibi oynarken de durmadan canını alıyordu.

Dişlerinin arasından nefretle karışık bir acıyla "Oynamayı hiç istemedim." diyordu abim karşılık olarak. Ama buna kimse yanıt vermiyordu. İsteklerimizin bir önemi olmadığı barizdi. Bir yandan başındaki şişliği indirmek için soğuktan rengini kaybetmiş ellerinde tuttuğu buz aküsü, diğer yandan kanayan burnuna koyulmuş sünger yüzünden çıkan boğuk sesi onu ikna etmek için yeterli değil miydi? Ciğerlerimiz yırtılana kadar bağırsak dahi sesimizi duyan tek kişi yine gün sonunda bizdik. Bize daima bizim yeteceğimize inanıp çoğu zaman birbirimize yenilirdik.

Şeytanın bileğindeki saat öttüğünde bir piyon onun tarafından cesurca ileri sürüldü ve yenilgi çanları yüzünü abime döndü.

Başını bileğine dahi çevirmeden "Yarın yeniden." dedi geçmişten şimdiye karışan ses. Bitmek bilmeyen bir kâbusu izleyen gözlerim acı içinde titredi. Sözünde durup geleceğini biliyordum, geleceğini biliyorduk. Öyleyse bilinen bir şeyin dile getirilişi nasıl bu kadar can yakabiliyordu? Ümit miydi keskinleştiren beklentinin dile getirilişini? Abim her gün bu odada, tam bu noktada ona yeniliyordu. Şeytanın abimin kazanamayacağının farkında olması onu daha fazlasını istemekten alıkoymuyordu. Abim anlık olarak odanın köşesinde olan bana bakıyordu ancak bakışlarına karşılık vermiyordum. Yatağımın üzerinde hâlâ açık olan o lanetli oyuna bakıyordum. Gitmesi için birinin onu yenmesi mi gerekiyordu? Yenilmeden insan kendisine ait olmayan toprağı terk edemiyor muydu?

ESARET| ÇÖKÜŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin