Herkese merhaba! Umarım hepiniz iyisinizdir. Çok uzun olmasa da yirmi sayfayı geçen bir bölümle karşınızdayım. Umarım beğendiğiniz ve beklediğinize değen bir bölüm olur. Rahatsızlığımdan dolayı fırsat bulup bitirebildiğim bu bölümde bazı yazım hataları veya eksiklikler olabilir, tam olarak duygu geçişlerini sağlayamamış olabilirim. O yüzden şimdiden affınıza sığınıyorum. Yine de yüzüme vurup beni eleştirin ki ileride düzeltmek için döndüğümde aklımda olsun. :') Bu arada bölüm içinde tasvip etmediğim cinsiyetçi ifadeler yer alıyor, lütfen kusura bakmayın. Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyeceğinizi umuyor, daha fazla uzatmadan sizi bölümle baş başa bırakıyorum. Ha bir de unutmadan, seviliyorsunuz. <3
***
Bekleyiş, insan istediğini elde ettiği sürece zamana yenilmenin en güzel haliydi. Eğer çıkış kapısı da arzularını tatmin etmekten oluşuyorsa kimse o baş döndürücü haz bitene kadar geçtiği yollara bakmaz, o dikenleri hatırlamak istemezdi. Kim güzel bir bahçeye bakmaktansa avucundaki kirleri izlerdi? Parmak izlerini anımsatan ağaç gövdeleri, bazen haksız yere onu kesen baltaya inat yosun tutmazdı ve bazen bazı kavgalar yarım kalırdı. Benim kendimle olan kavgam, başkalarına yönelttiğim savaşlar daima tamamlanamamakla yüreğimde kabuklaşırdı. Bu kabuk, kalbimi kaplayan bir zırh olmak yerine onu içten içe çürütmeye hazırlanan bir sarmaşık olurdu. Ellerim o sarmaşığı parçalamak için göğüs kafesinden içeri uzandığında elimi saran deri, zehirlenirdi. Kendini iyileştirmek isterken bir insan kendini daha da ölüme iter miydi?
Ben itiyordum, kendimi affetmeye çalışırken ruhumu kendime çekip onu öldürüyordum.
Birçok şeyin etkisiyle yapıyordum bunu. Beni yaralayan ve öldüren birçok şey, benden izin almadan darbelerle usul usul ruhumu çürütüyordu. Bu çürüklere sebep olan sevgisizlik, ihanet veya yas oluyor; hisler bir olup içimde kine dönüşüyordu. Üzerinden geçen günler, kinin üstünü açık bırakıyordu. Küflenip kin, bedene yayılıyordu. Ama her şeye rağmen günün sonunda ölümü dileten asıl şey, yaşamın kendisi oluyordu.
Odanın ücra bir köşesinde, ayaklarımı göğüs kafesim içindekileri etrafa cesurca saçmasın diye tamamen kendime çekmiş ve kollarımı bacaklarımın etrafına sarmış bir halde, darmadağın saçlarımın yardımı ile yüzümün bir kısmını örterken görüşümü kısıtlayan saç tutamların arasından riyakarlık ederek yatağımın üzerindeki takım elbiseli şeytana bakıyordum. Önüne koyduğu el emeğiyle oyulmuş kare şeklindeki ağaç gövdesi, bize sunduğu tehlikeli oyunun taşlarına hareket sağlayabilmek adına abimle ortasında geniş bir alan oluşturuyordu.
Şeytan abime bakarak "Getsemani'de her şey mübahtır." diyordu. Kibirli, kendinden emin gözler cehennem ateşi ile harlanıp bir çocuğu alt etmenin hazzı ile abimi acımasızca yeniyordu. "Ve sen her şeyini ortaya döküp oynuyorsun." Dürüstlüğünden faydalanarak onu her seferinde yakalıyordu. Bahçenin genişliğine karşın içinde bulunduğumuz odada bizi daimi köşeye sıkıştırışı gibi oynarken de durmadan canını alıyordu.
Dişlerinin arasından nefretle karışık bir acıyla "Oynamayı hiç istemedim." diyordu abim karşılık olarak. Ama buna kimse yanıt vermiyordu. İsteklerimizin bir önemi olmadığı barizdi. Bir yandan başındaki şişliği indirmek için soğuktan rengini kaybetmiş ellerinde tuttuğu buz aküsü, diğer yandan kanayan burnuna koyulmuş sünger yüzünden çıkan boğuk sesi onu ikna etmek için yeterli değil miydi? Ciğerlerimiz yırtılana kadar bağırsak dahi sesimizi duyan tek kişi yine gün sonunda bizdik. Bize daima bizim yeteceğimize inanıp çoğu zaman birbirimize yenilirdik.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ESARET| ÇÖKÜŞ
Ficção AdolescenteGeçmişin aralı kapıları ardında yaşayan Merza, bir gece körpe geleceğini değiştirmek adına evinden dışarı adım atmaya karar verir. Atılan bir adım her şeyi ne kadar değiştirebilir? Abisinin sır dolu suçları, geleceğin anahtarı ve ona malvarlığını v...