Merhaba herkese, öncelikle bölüm bu kadar geç kaldığı için çok üzgünüm ancak inanın artık en ufak şey için bile kafamı toparlamakta fazlasıyla zorlanıyorum. Her bir cümleyi yazmak günlerime, bazen haftalarıma mal oluyor çünkü artık yazdıklarımı beğenemiyorum. Umarım bu geç kalışlarımı bu satırları okurken affedebilirsiniz. Bölümde kopukluklar, hatalar varsa affınıza sığınıyorum. Final haftam başlamadan sizlere bölümü okutmak istedim ama yine de eksikliklerimi gösterin ki düzeltebileyim. Umarım çok çok iyisinizdir ve daima da öyle kalırsınız. Yeni yıl size kalbiniz kadar kucak dolusu güzelliklerle gelsin. Kendinize çok iyi bakın, bir de tabi ki seviliyorsunuz. <3
Bölüm şarkısı koymuyorum ancak isteyenler Spotify'dan 'ned_officiall' hesabına gidip "</3" çalma listesinden istedikleri bir parçayı seçebilirler. Hesap bana aittir. İyi okumalar diliyorum.
Not: Esaret aynı zamanda artık Vaveyla adlı uygulamada da aynı kullanıcı adıyla yayımda, eğer kullanıyorsanız desteklerinizi esirgemeyin lütfen.
***
Sevmediği birinin önünde diz çökecek kadar adi bir ruhun, sevmediğini karşısında diz çöktürecek kadar kararlı olanın yanında, birbirine değmeden ama ayrılmadan da oluşturduğu o kopuk bağ, bir benliğin çöküşünün imzasıydı. Esaret, bedene kapatılan ruhun elzem çığlığıydı. Kafesten çıkamayan ruh, kafesin ardını görmediğinden kapısından geçerken yaşayacaklarını düşünemeyerek canını alacak olanın hayalini kurardı. Ancak insanoğlu özden biraz da nankör değil miydi? İhanetle başlattığı serüvenini ihanetle bitirecekti. Onu var eden de yok eden de bakan gözlere ihanetti. Görenlere ise Tanrının yarattığı insanlarla kullandığı o cümleler, o cümlelerin kastettiği paragraflar, paragrafların oluşturduğu o karmakarışık metnin işaret ettiği yer, nankör olan insanoğlunun onu yaratandansa, yarattıklarına yönelişinin kaybıydı. Yaşam tam olarak biraz da yıkımdı. Tarık'ın ardında kapıyı tıklatan kişinin kutsal varlığıydı.
Şimdi ellerim, bir yıkımın izlerini bencil bir hırsla ilmek ilmek işlemişken tenime, bundan hiçbir kurtuluş olmadığını biliyor olmak bu farkındalıkta cayır cayır yakıyordu beni. Kapıyı çalana kapıyı açmak istememeye neden oluyordu. Bir vahşet tanığı gözlerim, şeytanın cinnet gölgesinde şekillenen yüzüme bakmaya cesaret edemiyordu. Kendime karşı özenle beslediğim o taze nefret bile karşıma geçip kim olduğumu sorguluyordu. Sahi, kimdi bu beden? Kimdi Tanrı yerine durmaksızın yaratılanı zikreden ve onun yarattıklarında hüküm sürdüğünü zanneden?
Saf bir merakla var oluşa sorulan soruların her zaman cevabını alınamayacağı gerçeği, yaralayıcı olduğu kadar da bir noktada tüm yaratılanlara eşitleyiciydi. Tıpkı ölüm gibiydi. Tanrının gözünde ölüm de bilinmezlik kılığına bürünerek herkese bulaşmıştı. Fakat bunun sebebini ölümün üzülmemesi için çeşitli sebeplere yayarken insanoğlu düşünce çukurunun dibinde bırakılmıştı. Bu çukurda unutulan binlerce ruhtan biriydim belki de: O çukurun ta kendisiydim. Belki de Tanrının hiçbir şeyiydim, ona hiçbir şeydim. Nitekim bir noktada kendisinden vazgeçtiği bir parça ile yaratılmıştım. Artık isteklerim göz önüne alınmamışçasına buradaydım ve gücünü bilmediğim bir terazide yaptıklarımla bir tutulacaktım. Sanki bana haksızlık yapılmamış gibi bundan ders almayarak ardı arkası kesilmeden haksızlık yapacak, canımdan can alınmamışçasına defalarca can yakacaktım. Can alacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ESARET| ÇÖKÜŞ
Novela JuvenilGeçmişin aralı kapıları ardında yaşayan Merza, bir gece körpe geleceğini değiştirmek adına evinden dışarı adım atmaya karar verir. Atılan bir adım her şeyi ne kadar değiştirebilir? Abisinin sır dolu suçları, geleceğin anahtarı ve ona malvarlığını v...