Chapter 12

7.8K 874 339
                                    

Sanki nefes aldığım her an ölüme bir kaç adım daha yaklaşıyormuşum gibi.

Sanki çoktan ölmüşüm ve bir ruha dönüşmüşüm gibi.

Hiç bir his barındırmıyordu kalbim.

Hissizleşmiş miydim?

Sonunda?

"Jimin, bir an önce geri dönmeliyiz. Annenler öğrenirse sorun çıkar. Gidelim hadi." Taehyung omzumu umutsuzca sıkıp, konuştuğunda, ağlamaktan şişmiş dudaklarımı yalayıp başımı salladım.

Geldiğimiz yoldan geri dönmek için yavaş yavaş yürümeye başladık. Evimizin aşağısında kalan bahçeye kadar koşmuştum.

Eve geldiğimizde sarsak adımlarla Taehyung'un yardımıyla bahçeye geçmiştik.

"Oğlum? Nerdeydiniz siz?!" Annemin arkadan seslenişini, müziğin hakim olduğu ortamda zorlukla duymuştum.

Arkamı döndüğümde annem kolumdan tutmuş, beni bilmediğim yere sürüklüyordu.

Kaşlarım çatılırken,arkamı döndüğümde arkamızdan Taehyung'un da geldiğini gördüm.

"A-anne-" konuşmaya çalıştıkça annem durmayıp sözümün kesilmesini sağlamıştı. Oflayarak önüme bakmaya çalıştığımda, durduğumuzu görmüştüm.

Fakat karşımda gördüğüm kişiler görmek isteyeceğin en son kişilerdi.

"Abini ve yengeni tebrik etmeden nereye gidiyorsun bakayım sen?!" şakacı bir tavırla omzuna vurduğunda bir süre durdum. Onun içinde bulunduğu takımında ne kadar yakışıklı olduğunu gördüm.

Sonra bir de Yoon'a baktım. Jungkook'un koluna girmiş, bana sanki nispet yapar gibi gülümsüyordu. Titrek bir nefes alıp yutkundum.

"Hadisene oğlum." annenin sesiyle kendime gelirken, titreyen bedenimi Jungkook'a yaklaştırıp, sanki son kez sarılıyormuş gibi sarıldım sıkıca.

"Tebrik.. ederim, abi." titreyen sesimle fısıldadım kulağına.

Kollarını belime çıkarıp sarılışıma karşılık verdiğinde yutkunarak boynunu kokladım bir süre. Sarhoş olduğum için yaptığım şeyleri engelleyemiyordum.

Bir süre öylece, onca insanın içinde sarılı durduktan sonra yavaşça ayrıldım adeta benim için yaratılmış göğsünden.

Gözlerinin içime baktım. Parlayan gözleriyle mutluluk saçarken, tam tersini yapıp, ağlamaktan parlayan gözlerimle baktım ona.

"Umarım.. hayatın boyunca mutlu.. mutlu olursun."  Yoon'u tebrik etmek için annem beni dürttüğündeyse, umursamayarak eve girmek için adımlarımı balkon kapısına yürüttüm.

Salonun içinde durup başımın dönmesiyle baş başa bir kaç dakika geçirdim. Deli gibi bir o yana, bir bu yana döndüm. Nişan için yaptırılan düzenli saçlarımı sinirle dağıttım.

Önümdeki masada duran iki şarap şişesini gördüğümde, hızlı adımlarımı durdurup şişenin tekini elime aldım. Kapağını açıp hiç düşünmeden su gibi yudumlamaya başlarken koltuğa çöktüm ve  dışarıda eğlenen insanları izlerken yudumlamaya devam ettim.

Yavaş yavaş bilincim bulanıklaşıyordu.

Dışarıda dans eden Jungkook'u izledim. Nasıl olmuştu birden bire anlamamıştım. Sanırım sarhoşluktandı, duygusuz gibi davranıyordum. Ama içten içe acı çekiyordum.

İlk şişeyi bitirdikten sonra diğerine geçip içmeye devam ettim. Vücudum sağ kalmak için direnirken, öldürmek için direniyordum bende.

Biten şişeye yorgun gözlerle bir süre baktım. Ruhum tıpkı bu şişedeki ki gibiydi. Yavaş yavaş tükeniyordu.

Tükenmişti.

Tükenmiştim.

Elimin tersiyle dudaklarımı silip, son bir kez dışarıda eğlenen insanlara baktım. Aklıma dolan anılarla çenem kasılmıştı.

Nefes alamayacağımı anladığımda, uzun koridora çıkıp, tökezeye tökezleye odama gitmeye çalıştım.

Tanrım, sadece odama gidip uyumak istiyordum. Bu kadar zor olamazdı!

"Sikeyim!" üzerime çöken halsizlikle daha fazla yürüyemeyeceğini anladığımda, destek aldığım duvara başımı yaslayıp kapattım gözlerimi bir süre.

"Jimin? Neyin var?" tanıdık sesi duymamla sırıttım. İki şişe şaraptan sonra aklım uçmuş gibiydi.

Yorgunlukla kapanmaya hazır gözlerimi açıp, koridorun başından hızlı adımlarla yanıma gelen Jungkook'a baktım.

"Neyim varmış?" kelimeleri ağzımda yuvarlayarak konuşuyordum.

"Şimdiye kadar sen vardın. Peki ya bugünden sonra? Hiç bir şeyim olmayacak. Boş avuçlarımla dolaşacağım işte. Kalbimin en derinine attığın imzayla gezeceğim ortalıkta. Sen olmayacaksın."  yaslandığım duvardan doğrulup karşısına geçtim ve yakalarını tutup kendime doğru çekiştirdim. Adımlarım sabit duramadığı için tekrar duvara yaslanmıştım.

Onunla beraber.

"Söylesene, bundan sonra bir şeyim olsa ne olur? Sen olmayacaksın." titreyen göz kapaklarımla ona zorlukla bakıp soluklandığımda, şaşkınca bana baktığını fark etmiştim.

"Söylesene hyung, neyim varmış?" durmadım. Avuçlarımla sıktığım yakalarını kendime çekip yerlerini değiştirdim.  Kısa boyuma inat edermiş gibi boynuna yaklaştım.

"Parçalarla ayakta duran kalbimden başka neyim kaldı ki?" yavaşça yüzüne baktım. Titrek titrek soluyordu.

"Ji-Jimin-"

"Şş.." gözlerim dudaklarına inerken yaklaştım.

"Bu gece susmak yok. Susmayacağım." başımı yukarı çıkarıp, çenesinde gezdirdim baş parmağımı.

"Susmak için çok sarhoşum, ölmek için de çok gencim, hyung. Söylesene,"  gözlerinin en derinlerine baktım. "Nasıl susayım?"

Çenemdeki elimi yanağına çıkardım, orayı da sevdim, son kez.

"Gidiyorsun, nasıl susayım?"








Boktan bir psikolojiyle yazılmış bir bölümdür. Umarım kötü olmamıştır......



We Don't Talk Anymore °jikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin