"Hastaneye gitmiyor muyuz?'' dedim şaşırdığımı belli eden ses tonumla. Bir umut, belki de fikrini değiştirmişti.
"Evet canım, İstanbul'a hastaneye gidiyoruz.''
"Doktor Alp'te gideceğimiz hastanede mi?'' O kadar yolu bana bakmak için gelemezdi, mantıksız soru sordum.
"Hayır, Doktor- Alp -yok'' Çatılan kaşlarıyla kelimelerin üstüne basa basa verdiği cevaba, canım sıkıldı. Ne kadar mantıksız olabilir, susmam mı gerekiyor? Yaman'ın neden kızdığına anlam vermesem de Alp doktoru fazla sevmediğini düşünerek, önüme döndüm. Yanımızda, önümüzde bir sürü arabayla yavaş yavaş ilerlediğimiz yola odaklanmaya çalıştım. Yol kenarlarına yığılmış, beyazlığını kaybetmiş karlar, küçük küçük tümsekler gibi sıralanmıştı. Buzlanma oluşmuş asfaltta, kayma riski yaşanmasından doğacak riske karşı, diğer arabalar da dikkatli ve yavaş ilerliyordu. Arabanın önündeki saat 11;50, yaklaşık bir saattir yoldayız. Sessiz ortama başımı geriye doğru koyup, gözlerimi kapattım.
Doktor Alp benim için iyi biriydi. Birilerinin bana istemediğim şeyleri yaptırdığını düşünmüş, hatta beni arayanlar var mı diye araştırma bile yapmıştı. Ayrıca güler yüzlü, samimi konuşmasıyla güven vermişti bana. Benim ne durumda olduğumu da biliyordu. En azından onu tanıyordum, şimdi hiç tanımadığım yüzlerle karşılaşacağım. Yalnız olacağım. Kendimi tanımadığım doktorlara nasıl ifade edeceğim? Cevabını bilmediğim bir soru sorarlarsa ya da yalnız kalırsam düşüncelerim, canımı daha çok sıkmıştı. Yaman'dan benimle gelmesini istesem... en azından ilk zamanlarda yanımda olur musun? desem. Kesinlikle Yaman'dan benimle gelmesini isteyecektim. Rahatlayan düşüncelerle uykum da gelmişti.
Arabanın durduğunu hissettiğimde uyuşuk halde uyandım. Gözüme ilk çarpan saate baktım. 14;58, dört saatten fazla süren yolculukla, her tarafım tutulmuş boynum da ağrımıştı. Yaman kemerini çözüp,
"Uykucu uyan bakalım'' dedi. Kendimi topladım. Kemeri çözüp tutulmuş vücudumu biraz olsun esnetmeye çalıştım.
"Geldik mi'' dedim esneyerek. Bir sürü arabaların durduğu etrafa bakınca otoparkta olduğumuzu fark etmiştim.
"Evet canım, montunu giy'' Kucağıma koyduğu beyaz montu giyerken, verdiği cevaba içim de rahatlamıştı. Arabanın üstteki aynasını kullanarak, dağılan saçlarıma elimle şekil vermeye uğraştım. Kesinlikle Yaman'dan benimle gelmesini isteyecektim. Bu konuda çok kararlıydım. Derin bir nefes alıp dışarı çıktım. Yaman'da çıkmış, montunu dışarda giydi. Bir şey söyleyemesem de sonlardaymış hissi içimde kabarıyordu. Açtığım ağzımı konuşamadan geri kapattım. Tam kendime cesaretsizliğime lanetler yağdıracakken, Yaman yanıma gelip elimi tuttu. Telefon kulağında yürümeye başladık.
"Neredesin? Tamam'' deyip telefonu kapattı. Önümüzde duran, siyah camlardan yapılmış, bir, iki, üç, dört, beş katlı özel bir hastane olmalıydı. Fazlasıyla gösterişliydi. İçeri girdiğimizde pembe pantolon ve pembe gömlek giymiş, hemşire olmalı, bizi karşıladı.
"Hoş geldiniz yaman bey'' bana bakmadı bile "Adım Melis'' diyerek elini uzatınca Yaman'da elimi bırakıp kızın elini sıktı.
"Size eşlik edeceğim, profesörlerimiz sizi bekliyor'' Yaman'ın elini bırakmıyor sırıtık. Kızın elini bırakan Yaman saatine bakarak, "Gidelim'' dedi. Tekrar elimi tuttu. Bana bakışıyla kızın renk atışını fark ettim. Ama ustaca sırıtışını bozmadan önümüzde kalça sallayarak yürümeye başladı. Elimi tutması yetmiyor, birde Yaman'a yapışık yürüyordum. Ne oldu der gibi yüzüme baktı. Bende omuz silktim. Kız kapıyı tıklatıp açtı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DERİN
Mystery / ThrillerKatran karası kuyu diplerinden kaçarken, büyük bir okyanusun azgın soğuk sularına düşünmeden dalmıştım. Zamanda yolculuğu hatırlatan, boyut değiştiren hayatımdaki tek fark; çalıp oynamayı öğrenmiştim ama yüzme bilmiyordum... Yüreklere dokunan bir ya...