Şimdi, çaresizce sarıldığım bu adamaydı, benim asıl oyunculuğum. Çocukluğumun geri dönülmez noktasında başlamış, zamanla hayatımın her sahnesine başrol olmuş bu adama, senelerdir nefreti belli etmeyen, sevgi oyunum. Çaresizce doladığım kollarım; iyi ki varsın diyordu, insan görünümlü yaratılmış vampirlere karşı ya da sevdalında seni özledi, senden gelecek zalimliğe karşı, kendime biçtiğim rol buydu.
Uygar beterdi ama Uygar'ın olmaması daha beteriydi. Çoktan pes ettiğim hayatımda bir tutam sorunsuz yaşam umudum, hepsi buydu.
Sonu kurtuluş olan bir umuda daha tutunarak, annemin mezarı başına uzanmıştım -Allah'ım sen al canımı- diyordu arkamdan bir kadın sesi. -Kendi canıma kıymaktan ahirette sevdiklerimi görememekten sana sığınırım- kadının yakarışları, ağlayarak yaptığı bu dua, elimdekilerini hemen toprağa gömdürmüş, benim de duam olmuştu. Çünkü bu dünyada hiç tanımadığım annemi, sonsuz dünyada da tanıyamamak demekti, sonu kurtuluş değildi, bir umutta değildi. Beş yıl önce, o gün o kadından bir şey daha öğrenmiştim. -Anneler yavrularını kokusundan tanır- demişti. İşte bu sözleri benim için bir umuttu.
İçimdeki tarifsiz acının isyanıyla, boğazımdaki düğüm her zaman ki yerini almıştı. Ne yaparsam yapayım gitmeyeceğini bildiğim için, yine yok saydım.
"Acıktın mı sevdam?" Uygar'ın sessizliği bozan sorusuna "fazla değil" diyerek beline sarılı kollarımı indirdim.
Cebinden çıkardığı telefonla yemek siparişi verdi. Silahını ve telefonunu, ortadaki sehpanın üzerine koyarak, hemen yanındaki koltuğa sırt üstü uzandı. İki kolunu da gözlerini kapatacak şekilde başına koymadan önce, sıkıntılı yüz ifadesini fark etmiştim.
Tam karşısın da ki koltuğa oturacakken, "Saçlarının kokusu değişmiş, git duş al" dedi. Yutkunsam da gitmeyen boğazımda ki düğümle, ses tonumu yumuşatarak,
"Haklısın, hastane kokuyorum değil mi?" dedim.
"O üstündekileri de çöpe at. Sonra da bütün ayrıntıları duymak istiyorum" Banyoya doğru giderken arkamdan söyledikleri boğazım da ikinci bir düğümün oluşmasına neden olmuştu.
Suyun bile iyi gelmeyen hissiyle, bir şeyler düşünmeliyim diye zorluyordum kendimi. Önce, ben Gülümse'yim diye tekrar tekrar hatırlattım kendime. Aklıma gelenlerin o olmaz, böyle söylersem şunu sorabilir, bu da olmaz kızabilir, bunun sonu felakete döner gibi kafamda inandırıcı daha çok kızmayacağı senaryolar yazıyordum. Biraz da sert olmalıydım ve kararlı. Zamanla bunun faydasını görmüştüm.
Bir tane oluşturduğum senaryoyu tekrar ederek, kafamda onayladım. Uygar'ın sorabileceğini tahmin ettiğim soruları da sordum şüpheli yerlerinde. Fena olmamıştı. Son kez, sen Gülümse'sin dedim buğulu aynadan kendime, sert ve kararlı kavramlarını takınarak, emin adımlarla yatak odasına geçtim. Solanda aynı pozisyonunda Uygar hala yatıyordu.
Evin temiz ve düzenli oluşu, Uygar'ın benim yokluğumda eve gelmiş olduğunun belirtisiydi. Etrafa daha dikkatli baktığımda, yatak çok özenle örtülmüş, mobilyaların üzerinde toz bile yoktu. Bu kadarını Uygar yapamaz diye düşündüm. Buraya birisi gelmiş düşüncelerim kesinlikle haklıydı. Çabucak üstümü giyip yattığı koltuğun ayakucunda dikildim. Koltuğa attığım sert tekmeyle, kollarını yüzünden çekerek kafasını kaldırdı.
"Benim evime kimi getirdin!?" diye bağırdım. Aklıma gelen Uygar'ın peşinde ki yılışıklardan biriydi özellikle Ela yılışığı.
"Deli sevdam kimi getireceğim, tabi ki temizlik yapan Meral teyzeyi getirdim" Uygar bu hareketimi kıskançlık anlayarak, hoşuna gitmiş gibi gülümsedi. Hedefim amacına ulaşmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DERİN
Misteri / ThrillerKatran karası kuyu diplerinden kaçarken, büyük bir okyanusun azgın soğuk sularına düşünmeden dalmıştım. Zamanda yolculuğu hatırlatan, boyut değiştiren hayatımdaki tek fark; çalıp oynamayı öğrenmiştim ama yüzme bilmiyordum... Yüreklere dokunan bir ya...