Kulübün giriş kısmının kenar duvarlarında, Gülümse Ateş yazılı afişlerimin yenilenmiş olduğunu fark ettim. Kapıda duran adamların baş selamlarına, aynı şekilde karşılık vererek, elimi tutan Uygar'la ve hemen etrafımızı saran korumalar eşliğinde içeri girdik. Kulübün iki giriş kısmı olduğu halde, döndüğümü herkesin görmesi için Uygar bilerek müşterilerin kullandığı kapıdan girmemizi istemişti.
Giriş kısmında, kalabalıktan bunalmış gibi duran Tuna, bizi görünce yarım gülümsemeyle tekrar dikkatini işine verdi. Bu konuyu Uygar'la konuşacaktım. En azından bu saatlerde Tuna'nın yardımına birini vermesini isteyecektim. Kadın erkek ve gençlerin karışık olduğu bir sürü müşterinin arasından birisi "Aaa Gülümse ATEŞ gerçekten dönmüş!" yüksek sesle bağırınca, bir anda etrafımız sarılmıştı.
"İnanamıyorum abi yakından çok daha güzel, Gülümse hanım istek şarkı alıyor musunuz? Bu akşam isyan şarkısını söyler misiniz? Gülümse Hanım bir resim çektirebilir miyiz? Gülümse hanım bir bakar mısınız? Yanındaki de taş mübarek, Gülümse hanım neden o sese katılmıyorsunuz? Şarkılarınız neden internette yok? Sevgilisi mi acaba? Elini tutmuş baksana kesin sevgililer. Saçlarına bak! Ne kadar uzuun!"
Aralarından geçebilmemiz için korumaların açtığı yolda üst kata giden merdivenlerin ortasına kadar gelmiştik.
"Gülümse, yeşil dünyam, sana aşığım" Uygar birden elimi bırakıp, hızla indiği basamaklardan tekrar kalabalığın arasına dalmıştı. Sözlerin sahibine kafa atarak adamı sırt üstü yere düşürdü. Fısıldaşmalar uğultu şeklinde konuşmalar kısa süre sonra yerini alkışlayanlara, hak etti diye bağıranlara bıraktı. Sesler tekrar yükselmişti. Yerdeki adamı kalabalığın arasından apar topar dışarı çıkarılışına bakarken, Uygar tekrar yanıma gelerek elimi tuttu.
Sahne öncesi bir kaç kişiyle ortak kullandığımız odanın önünde değil de başka bir odanın önüne geldiğimizde Uygar, "istediğin bir şey olursa ya da hoşuna gitmeyen bir şey, ararsın aşağıdayım" dedi. Odanın kapısında yazan GÜLÜMSE ATEŞ yazısına bakarken,
"Tamam da telefonum yok ki ayrıca bu oda sadece benim mi?" dedim.
Benim soruma cevap vermemiş "Özür dilerim" demişti. Bu özür gecenin karanlığının özrüydü. Kaçırmaya çalışsa da kaçıramamıştı gözlerini. Çünkü gözlerine diktiğim tepkisiz gözlerimle çok şey anlatıyordum. Oda biliyordu zaten özrünün kabul edilemezliğini. Elime bıraktığı, benim olmayan yeni bir telefonla yanağımdan öperek gitti. Kapının iki tarafında yerini alan korumalara bakmadan içeri girdim.
İçerde baş başa oturmuş Aycan ve Gönül kesin dedikodu yapıyorlardı, beni fark etmediler bile. Dışardaki korumaların bile sıçrayacağı şekilde kapı kendiliğinden hızlıca kapanmıştı.
"Ayy ay ay kimler gelmiş, kız canın çıkmasın nerelerdeydin? Dur kız Uygar görmeden sarılacağım sana" Bu Aycan'dı sarılınca bende ona sarıldım. Asıl ismi Can'dı ama ayy nidasını çok kullandığı için herkes ona Aycan diyordu.
Kapının hızlı kapanmasına sebep olan camı kapatan gönül,
"Kız özledik valla, sensiz buralar kâbus oldu bize. Uygar delisi iyice delirdi sen yokken" derken açtığı kollarına karşılık vererek ona da sarıldım. Camın neden açık olduğunu belli eden sigara kokusu sinmişti üstüne.
"Döndüm işte. Ne kaynatıyordunuz, geldiğimi bile duymadınız?"
"Kız sen yokken neler oldu neler. Hele de Ela'yı duyman lazım tam bir kaşar oldu"
"Ay Gülümse'cim hemen hazırlayalım seni, saat çok geç olmuş dedikoduyu arada yine kaynatırız" diyerek, aynası da masası da gösterişli oymalarla beyaz mobilyadan yapılmış, yeni makyaj masasına yönlendirdi. Sandalyesinin dönebilen koltuk tarzı oluşunu sevmiştim çokta rahattı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DERİN
Mystery / ThrillerKatran karası kuyu diplerinden kaçarken, büyük bir okyanusun azgın soğuk sularına düşünmeden dalmıştım. Zamanda yolculuğu hatırlatan, boyut değiştiren hayatımdaki tek fark; çalıp oynamayı öğrenmiştim ama yüzme bilmiyordum... Yüreklere dokunan bir ya...