Yeter ki diplerin nimetsiz, gecen katran karası, gündüzün kıymetsiz olmasın...
Hayatın, geri saran makarası, kimileri için ufak bir aksaklık, belki de o güne mal edilen basit bir şansızlık olabilirdi. Kimilerini, çizgisinden çıkarmayan yaptırımları dahi zorlamaz, kimileri ise kazanılmış bir deneyimin kârını kolayca sayabilirdi. Belki de ölüme meydan okuyan suskunluk dahi giyilse, usulca nasip kısmet sıralanabilirdi.
Ne yazık ki benim gibi aynı dehşeti sürdürenlerin yıkanmamış filmlerine, nasip kısmet bağdaşamazdı.
Ne yazık ki bizler için sürekli farklı dönen o çarkın, sil baştan çevrilen, makarası da ipliği de farklıydı. Ne yazık ki o kıyıların yıkanmamış filmleri de geri saran umutları da hep yarımdı.
Pamuk ipliğine bağlı her yüreğin, ha koptu ha kopacak kıyameti, ne yazık ki o kıyılarda birer yaptırım, birer uyarıydı.
Seyirlik bir gösteriye dönüşen yaptırımlara, yürek hoplatan filmlerin ardına basit bir şansızlık ya da kazanılmış bir deneyimde sıralanamazdı. Zaten, sürdürülen o dehşetin, bir tesellisi olamazdı.
Kimsesizliğin, sahipsizliğin koparamadığı, feryat figanı, hangi teselli susturabilirdi... Yeri göğü inleten suskunluğun çığlıklarını duymak mümkün müydü?
O çarkın, ipliği pamuktan döngüsüne tutunduğun sürece, karanlığın kör makasına rastlamanın ya da güçlü keskin dişleriyle karşılaşmanın eni sonu, zaten o döngünün kaçınılmaz kuralıydı. Her kural gibi tutunduğun o çürük ipin eni sonu da zaten ha koptu ha kopacaktı.
Ne yazık ki o kıyıların her kaçınılmazı, kusurlu dünyamın gözünde birer uğursuzluktu. Her uğursuzluğun bir çaresi de yok değildi ama her yüreğin ezber ettiği o çareler, ne yazık ki çocukça fetvaların ötesi değildi.
Her ne kadar bizleri ötelemiş o nasipsiz kıyılarına çekiştirmiş olan hayata dahi serzenişte bulunmak uğursuzluktu çünkü yerin kulağı vardı. Hiç kimse, o kıyıların en iyi öğüt vereni, en iyi ders anlatan tek hocasını, öfkelendirmek istemezdi. Hiç kimse daha uçlara itilmenin korkusunu dahi yaşamak, istemezdi.
Çizgisinden çıkmadığın sürece, oynadığın oyunları bozmayan, çekiştirdiği noktada kaldığın sürece, daha da uçlara çekiştirmeyen, kurduğu düzeni kimsenin bozmasına izin vermeyen hayata, öte git demek mümkün müydü?
Benim gibi o kıyalara mahkûm yüreklerin, daha da uçların dikkatsizliğine düşmesi, bütün umutların tükendiği çukura düşmesinden farksızdı çünkü o çukurda hayal bile kurulamazdı. Bir umutların duası, daha da uçlarda yakarılamaz, daha da uçlarda değişebilecek o çarkın ortası dahi arzulanamazdı.
Bir umutların duası ancak bir umut olduğu sürece yakarılabilirdi.
En büyük hayaller o çarkın ortasını aşmasa da bir umut varsa kurulabilirdi. Ve yine, birdenbire gerçekleşecek mucizevi aşkların duası, bir umut varsa yakarılabilirdi.
Bir umut varsa, hayatın üstünkörü de olsa hiçbir öğretisi görmezden gelinemezdi. Zaten hissizliği her bir hafızada ezberdi.
Bazı gecelerin karanlığı yıkım bile olsa, güneşten önce, bu mahkûmiyeti sürdüremem tereddüdü de doğsa, yine de bir sonraki öğünün kaygısına yenilir, günün ilk ışıklarıyla yürekteki o umutlar, yeniden beslenirdi.
O kıyıların yani o mekânların döngüsünden beslenmek, yerin dibinden beslenmekle eşdeğerdi belki ama o döngünün bir basamak dahi oyulmamış çamurlu çukurundan çıkmak, hiç kolay değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DERİN
Mystery / ThrillerKatran karası kuyu diplerinden kaçarken, büyük bir okyanusun azgın soğuk sularına düşünmeden dalmıştım. Zamanda yolculuğu hatırlatan, boyut değiştiren hayatımdaki tek fark; çalıp oynamayı öğrenmiştim ama yüzme bilmiyordum... Yüreklere dokunan bir ya...