Bindiğim arabada dışarı bakarak ağaçları seyrediyordum. Birazdan yeni okuluma varıcaktım ve hiç heyecanım yoktu açıkçası.Neden mi?
Babamın beni buraya iyi bir eğitim almam için değil, başından savmak için yolladığını düşünüyordum ki... Zaten bunu baya belli ediyordu.
Ben Jungkook. Jeon Jungkook...
Annesini 13 yaşında kaybetmiş, nedenini öğrenemeyen, 19 yaşında normal bir insandım.
Annemi kaybettiğim gün, evimize gelen garip varlıkların annemi götürdüğünü sanmıştım. Halbuki babam benim gördüğüm şeyleri yalanlamış, evimize gelenlerin doktor olduğunu ve annemi kurtarmak için geldiklerini, benim gördüklerimin ise üzüntüden birer halisülasyon olabileceğini söyleyerek konuyu kapatmıştı.
Ve o günden sonra konuyu açmamıştı.
Bende üstüne gitmemiş, ağladığım yastığımın tuzlu kokusunu koklaya koklaya uykuya dalmış olduğum gecelerimi kolayca atlatıp hayatıma kaldığım yerden devam etmiştim.
Amacım güçlü görünmek değildi. Amacım kolay unutup acısını çekmemekti.
Ve başarmıştım.
Annemi fazla söz konusu etmez, sadece ölüm yıl dönümlerinde mezarına giderek ağlardım. Koca 1 yıl içerisinde neler yaşadığımı anneme 1 gecede anlatırdım.
Sonra sabaha mutlu kalkar, içimi dökmenin rahatlığıyla okuluma giderdim.
En azından mutlu olabilmek için yaşananları unutmaya çalışırdım.
Neşemin peşinden koşardım.
Ama şuan bütün unutma çabalarım boşa gitmişti ve neşem kalmamıştı.
Annemden sonra babamdan uzak kalmak koyuyordu açıkçası.
Araba durduğunda derin düşüncelerimden sıyrılıp geldiğimiz yere baktım.
Çok eski olmasa da hiç de açık tonlarda olmayan kocaman bir bina, beyaz ve kırmızı güllerle kaplı kocaman bahçe ve bir kaç ağaç vardı.
Hoş ve kafa dinlemek için uygundu aslında. Ama korkutucu görünüyordu.
Daha fazla ayrıntıya takılmadan önümde kendiliğinden açılan büyük demir kapıdan ilerledim.
Kapı ardımdan kapanınca arkama baktım.Araba gitmişti ve tektim.
Çekçekli bavulumu çekerek yavaşça ve etrafımı inceleye inceleye büyük yuvarlak havuzun etrafından dolaştım.
Kapının önüne geldiğimde biraz bekledim.
Ben ne yapıyordum?
Bu yurtta kalarak kendimi insanlardan uzaklaştıracaktım. Tanıdığım bir Tanrı kulu bile yoktu.
Ellerimi tokmağa yaklaştırdığım sırada kapı kendiliğinden açıldı.
'Ne garip bir yer' diye geçirdim ve yağmurun başladığını hissettiğimde içeri bir adım attım.
İlerlerken etrafı süzüyordum.
Çok ihtişamlı bir yerdi açıkçası. Evimizden bile güzel gözüküyordu.
Merdivenler 2 yandan yukarı kata çıkıyor, ortada ise bir kaç koltuk ve çok büyük bir kütüphanenin bulunduğu odamsı bir yer vardı.
Şimşek çakmasıyla kafamı korkarak sağa çevirdim. Pencerenin önünde bir koltuk, ve koltuğun üzerinde ise uzanan bir silüet vardı.
Merakıma yenik düşerek sağa döndüm ve bavulumu bırakarak ilerlemeye başladım.
Koltuğun önünde durduğumda çoçuğun yüzünü incelemeye başladım.
Evet erkekti.
Morumsu bir kırmızı renge sahip saçları, minnacık gözleri, kadınları kıskandıracak derecede dolgun dudakları, hafif tombul yanakları, dik ve hafif yayık burnuyla aşırı çekici biriydi.
Soluk ten rengine zıt koyu lacivert ceketinin içinde beyaz gömleği ve bizim kravat olarak kullandığımız eşyayı boynuna dolamış bir şekilde gayet şık giyimliydi.
Tabi o gömlek altından belli olan karın kaslarını ve siyah kotunu parçalayacak derecedeki bacak kaslarını saymıyorum.
Anlatması yıllarımı alırdı ama süzmem sadece 5 saniye sürmüştü.
Biraz bakındıktan sonra çekinerek konuştum.
"Ş..şey. Merhaba."
Dedim ama duymadı.
"Bakar mısın? Buraya yeni geldim de bana yardımcı olur musun?"
Dedim ama duymadı.
Ölü müydü yoksa??
Hemen eğilip vücut sıcaklığına baktım. Buz gibiydi.
Endişeyle kalbine kulağımı dayadım ve dinlemeye başladım.
Kalbi atmıyordu!!
"Olamaz!!" Diye söylendim ve cebimden telefonumu çıkartarak ambulansı tuşlamaya başladım.
Tam arayacağım zaman telefonum elimden çekildi ve
"Ah bu ne ses?"
Dedi. Ben daha kendime gelemeden "Ben uyurken kim ses yapabilir?" Diyerek beni belimden tutarak koltuğa yatırdı.
Üzerime eğilirken sırıtıyordu ve hoş değildi.
Tamam. İtiraf ediyordum. Çok havalı gözüküyordu ama şu an bulunduğum vaziyeti düşünecek olursam pek de iyi şeyler olmayacaktı.
Ellerimi yukarıdan tek eliyle tutuyordu ve acayip güçlü olduğuna da bakarsak; düşündüğüm varlıktı.
"A..a.. ama sen nefes almıyordun? Ayrıca çok soğuktun ve çok güçlüsün. Y..yoksa sen..."
"Evet ben düşündüğün varlıkların alemindenim. Ve şimdi senin tadına bakacağım." Dedi.
Boynuma eğilerek küçük bir dil darbesi attı. Yeşil gözleri parıl parıldı ve açıkçası korkuyordum.
"Muhteşem kokun var."
Dedikten sonra tepki veremeden bir ses duydum.
"İşlerini halledeceğin yere, odana git ve ne yapıyorsan orada yap Jimin."
-----------------------------------------------------
Evet Jimin'i Ayato yaptım.
Çünküm JİKOOK...
Neyse
Bangtan'ı sevin canlarım..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALONE |JİKOOK|
Fanfiction"Safkanlığın ilk gecesiydi. Acıdan kıvransamda, yeni bir varlığın gerçekliğinden habersizdim.O, adeta imkansızdı." Sanırım yalan söyledim! Yakında...