Psikolojimin bozuk olduğunu söylüyorlar. Nedeni ise yaşıtlarım gibi düşünmemem, onlar gibi konuşmamam, küfür söylememem, çok kitap okumam, ölümü hiç ama hiç aklımdan çıkarmamam... Evet ölüm, hayatın lezzetlerini bir bıçak gibi kesen, planları alt üst eden, zamansız gelen bir şey. Hayatı sadece dünyadan ibaret olan insanlara çok ağır ve sıkıntılı gelen kavram. Dershanede edebiyat hocamız Süleyman Hoca öyle ara ara dersten koparır bizi ve iman hakikatlerinden bahsederdi. Yine bir gün, dersten artık sıkıldığımızı fark edince konu konuyu açtı ve ölüme kadar geldi. Sabahın ilk saatleri ve biz ölümü konuşuyoruz. O derece psikolojimiz bozulmuş. Sınıfa yabancı biri girse, dersin edebiyat olduğuna inanmaz ve siz din kültürü dersi işliyorsunuz derdi. O derece dalıp gitmiştik ki, bir hanım kardeş o manevi ortamı bozdu. "Hocam ya sabah sabah, içimizi karartınız tüm enerjimizi aldınız, keyfimiz falan kalmadı..." Diyerek çıkıştı. Zahirde görünen o ki, hanım kardeşin giyimi kuşamı dünyayı temsil ediyordu. Bizde daha fazla sorun çıkmasın diye konuyu kapattık. Davadaş, insanlara dünya lezzetlerini yarım bıraktıran ölüm böyle tepkiler doğuruyordu işte. Ama bir türlü anlamadığım şuydu ki, lezzetlerini böylece kesip atmasına rağmen ölümün insanlara tepkisi olmuyordu. Hayatlarına uhrevi bir dokunuş yapamıyorlardı. Demek dünya öyle şaşalı bir meta imiş ki, insanların kalplerini tamamen istila etmiş. Bir sohbet meclisinde Ebu Hanife ve talebeleri otururken bir adam çıka geldi; "Üstadım, sizin geminiz bütün mallarınızla beraber ne yazık ki batmış." Ebu Hanife elini kalbine koyarak; "Elhamdülillah" dedi ve başka bir şey demedi. Aynı adam biraz sonra yine gelerek; "Üstadım, batan gemi sizin geminiz değilmiş" deyince Ebu Hanife (r.anha) yine elini kalbini götürerek; "Elhamdülillah" dedi ve başka bir şey demedi. Çevresinde bulunan insanlar bu Ebu Hanife'nin bu durumu merak edip sorunca o da şöyle cevap verdi; "Haberci en başta gelip, gemimin battığını söylediği zaman şöyle bir kalbimi yokladım, hiçbir nefsi bir istek, bir üzüntü duymadığımı fark ettim ve dünyanın nimetleri kalbimi istila etmediği için elhamdülillah dedim. Haberci yeniden bu sefer, müjdeli bir haber verince, yeninden kalbimi yokladım ve hiçbir nefsi isteğin olmadığını yine görünce tekrar elhamdülillah dedim." İşte kalbini dünyaya bağlamayan bir insan, dünyadan beklentisi olmayan bir insanın ölüm karşısında kesileceği hiçbir lezzeti de olmuyor. Tevafuk mudur bilmem ama gün içerisinde ölümü hatırıma getirecek hadisler mutlaka yaşanıyor. Bunun en büyük örneği, neredeyse her gün bir tane cenaze arabası görmem. Sonra elhamdülillah deyip geçiyorum. Okul yolu düz gider derler. Benim okulumun yolu mezarlıktan geçiyordu. Bazen karşıya geçip, demir parmaklıklardan bakarak sohbet ediyorum geçenler beni herhalde deli zannediyor olacaklar ki, dönüp bakıyorlardı. J Nasıl zannetmesinler ki, onlar diriler ile konuşmaktan acizken ben ölüler ile konuşuyordum. Tıpkı Hz. Ömer (r.anha) gibi; "Ne haber var diyordum sizlerden" cevapları çok çetin oluyordu, "bir iyilik yapmak, bir kuruş sadaka vermek, bir güzel söz söylemek, biraz daha fazla ilim tahsil etmek, biraz daha tebliğ yapabilmek, özür dilemek, affetmek, kırmamak ve iki rekat daha fazla namaz kılmak için eğer dünya bizim olsaydı vallahi vermekten çekinmezdik..." deyişlerini kalben duyuyordum... Ne de çok haklılar değil mi? Bazen tam mezarlığın karşısında yürürken, karşı tarafa el ile selam veriyorum, yanımdaki insanlar bakıyorlar oraya kimsenin olmadığını fark edince bakışları değişiyor, onlar bana gülüyor, ben onlara gülüyorum. Dünya bu kadar garip işte. Farklı pencereden bakanları ya anlamıyorlar ya da anlamak istemiyorlar. Bir de toplumumuz tarafından yanlış anlaşılan bir durum da şu ki; "Ölümü sadece yaşlı insanlara mâl ediyoruz. Sanki hiç ölmeyecek gibi yaşıyoruz. Biz nur talebeleri buna tevehhümü ebediyet diyoruz." Komşumuzun vefatı dolaysıyla cenaze namazına iştirak etmiştik. İmam Mücahid'in çok güzel bir sözü var; Utanan ve kibirlenen kimse ilimden tam manada istifade edemez." Sormaktan asla ve asla utanmadım hayatım boyunca elhamdülillah. Daha cenazelerin gelmesine vakit vardı. Ben de gasil haneye giderek belki anılarımın arasına ibretlik bir şey katarım düşüncesiyle sorumlu Hoca Efendilerin yanına gittim. Rica ettim beni gezdirdiler. Ölüm zaten yakındı, ben de bu vesile daha da yakın hissettim. Çay sevdiğimi hissetmemiş olacaklar ki, çay yerine kuş burnu getirdiler. İçerken sohbete daldık. Bir soru sordum; "Hocam, günlük ortalama kaç tane cenaze geliyor buraya" yaklaşık yirmi veya yirmi beş arası olduğunu söyledi. Aynı şekilde Gaziantep'te iki tane mezarlık vardı ve bu da iki tane gasil hane demekti. Ve hocamıza sorduğum zaman orada da aynı sayıda ölülerin geldiğini söyledi. Gel, davadaş seninle ufak bir hesap yapalım. Gaziantep'te iki tane gasil hane varken yaklaşık günlük elliye yakın cenaze gelmekte. Bunu önce Türkiye ve daha sonra dünya çapında hesapla. Belki hesaplamakta zorluk çekersin ama ben senin yerine araştırdım ve dünya genelinde günlük yaklaşık iki yüz elli bin insanın vefat ettiğini öğrendim. Bu da her saliseye onlarca insan demek. Bana "dünyadaki en cesur insan kim diye sorsalar" hiç şüphesiz bu değerler karşısında ölümden bihaber yaşayan kişi diye cevap veririm. Şimdi soruyorum sana, hangi akıl ve mantığa sığıyor bu? Ve bu ölenlerin de sadece yaşlılar olmadığını, içinde yeni doğan bebeklerden, çocuklardan, gençlerden, orta yaşlı insanlardan ve yaşlı insanlardan olduğunu da söylesem umarım bu ölümü sadece yaşlı insanlara mâl etmek düşüncenden vazgeçersin. Ben bu yüzden kendime dünyadan geçen yolcu diyorum. Ve benim hayat felsefemi şekillendiren Hz. Ömer'in (r.anha) bir sözüdür; "Ölümü yattığın zaman yastığının altında, kalktığın zaman ise, burnunun uçunda bil..." Ben dünyadan geçen bir yolcuyum, anne rahminden dünyaya çıktı yolum. Yürümeyi öğrendiğimden beri de dünyadan geçiyorum. İstikamet üzere ahirete yol alıyorum. Dünya beni her an en yakın durakta indirebilir. Eee sonuçta alçak diye tabir edilen bir yer değil mi? Ne yapacağı belli olmaz. Dünya beni en yakın durakta indirmeden, ben onu ondan daha yakın bir durakta indirmem lazım. Yani kalbimden. Sevgili davadaşım, seninle ömür boyu duâmız bu olsun. "Ya Rabbim kalbimi dünyaya bağlayan her şeyden beni uzak eyle. Amin."
#dünyadangecenyolcu
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÜNYADAN GEÇEN YOLCU (TAMAMLANDI)
SpiritualeHey! Buraya bir baksana. Sende benim gibi yolcu musun bu dünyada? Sormama ne hacet tabi ki yolcusun. Ben bir yolcuyum ve giderken bir kaç bir şeyler karaladım. Belki yolda sana lazım olur diye. :) Kitap kapağı için @baykus83748 e teşekkür ederim.