NELER VARDIR İBRAHİM'İN İÇİNDE NELER!

397 72 27
                                    

Gördüğü adama; ""Sen kimsin?" diye seslendi Kömür Yüzüyle Bilal. "Ben Allah'ın Rasulüyüm" diye karşılık verdi Hz. Muhammed. "Peki senin dininde kölelik var mı?" diye tekrar sordu Bilal. "Benim dinimde köleliğe yer yok..." bunu duyan Bilal; "Senin dinine nasıl girebilirim, yolu nedir?" Sorunca Hz. Muhammed (sav); "Allah birdir ve Muhammed O'nun Rasulüdür demen, yeterlidir..." Bilal "Allah birdir" dedikten sonra asıl hayat başlamıştı. İman ettikten sonra siyahi köle, elini neye attıysa adeta bereketleniyor kat be kat artıyordu. Sahibi İbni Cüd'ân Bilal'in bu halini görünce; "Sen de bir şeyler var, elini neye atsan bereketleniyor, hem bazen bir şeyler okuyorsun nedir okudukların" diye sorunca Bilal sessiz kaldı cevap veremedi. Çünkü İslam o zamanlar tabiri caizse "hücre faaliyeti" görüyordu. Hz. Bilal gizli gizli ibadet yaparken bir gün sahibi İbni Cüd'ân onu namaz kılarken yakaladı ve; "Sen de mi Muhammed'in dinine uydun" diye azarlamaya başladı. Evindeki putları Bilal'in yüzüne sokarak; "Tapın bunlara" diye zorla taptırmak istiyordu. Lakin ne yaptıysa başarılı olamadı. Bilal'in iman ettiği, Ümeyye Bin Halef'in kulağına gidince asıl işkenceler o zamanlar başladı işte. Mekke'nin yaklaşık 60 derece sıcağının altında çölde kızgın kumun altında çaprazlama bir şekilde ayağını ve ellerini bağladılar Bilal'in. Yaklaşık beş veya altı gün su vermediler. "Bilal, sana su verelim mi diyorlar ve suyu yere döküyorlardı..." Kırbaçlar ve göğsüne ve karnına koyulan koca koca taşlar. "Küfret, seni serbest bırakalım" diyorlar ama o, asla ama asla küfretmiyordu. Bilal'in durumuna dayanamayanlar Hz. Muhammed (sav) gelerek; "Ey Allah'ın Rasulü, Bilal'in halini görmüyor musunuz? Onun için bir şeyler yapsanız..." Hz. Muhammed elinden bir şey gelmiyor sadece "Sabır, sabır, sabır..." Diyordu. Ümmeyye Bin Halef yine bir gün gelerek; "İnkar et Bilal inkar et. İnkar et de seni serbest bırakayım. Bilal zor konuşuyor artık, Ümeyye baktı ki, dudakları kıpırdıyor hemen kulağını verdi. Fakat duydukları karşısında deliye döner. Çünkü Bilal zar zor kıpırdayan dudakları ile; "Ehad. Ehad. Ehad" yani Allah birdir diyor. Ümmeyye Bilal'in inkar etmeyeceğini anlayınca yerden kum alarak, dudaklarının içine sokar. Zaten 60 derece sıcağın altında uzun müddet kalan Bilal artık neredeyse deliye dönecek hâle gelir. Geceleri Bilal'in sesi Mekke sokaklarında kulakları delercesine yankı yapıyordu. Çocuklar, "Anne kimin bu ses" diye sorduklarında bir cevap alamıyorlardı ki... Çünkü kadına değer yoktu ki... Artık bu hâle dayanamayan Hz. Ebubekir yaklaşık 200 altın karşılığında Bilal'i satın alır. Bilal diye seslenince Hz. Ebubekir, Hz. Bilal dönerek; "Benim adım Bilal mi?" Adını unutacak derece işkence yaptılar Hz. Bilal'e... Hz. Ebubekir ve birkaç sahabenin kolları arasında Hz. Muhammed'e (sav) götürdüler. Hz. Muhammed (sav) onu öyle bir kucakladı ki, Bilal tüm sıkıntılarını unuttu. Kim istemez ki, bu kadar sıkıntı ve işkence çektikten sonra, Hz. Muhammed (sav) sarılmak. Her halde Bilal için bundan daha büyük bir hediye yoktur. Sırf " Allah bir, Muhammed (sav) O'nun Rasulüdür..." Dediği için bu kadar cefa gördü Bilal. Şimdi sormak istiyorum dillerinde imanı kalıpta imanı kalplerine yerleştiremeyenlere; "Sizler, İslam için ne bedel ödediniz de hayatınız böyle gaflet içinde, adeta Allah'ı unutarak geçiyor? Veya dünyalık bir mesele için, dinini feda edenler, yarın Bilallerin yüzüne nasıl bakacaksınız? Cenneti isterken Allah'tan, hangi yüzle isteyeceksiniz? Ama benim çektiklerimi sen bilmiyorsun, nasıl bir hayat yaşadığımı bilmiyor musun? Benim imtihanım çok ağır mı diyorsun? Kulağına küpe olsun ki bizler senin o çektiğin dertlere dert demiyoruz ta ki o dert seni Allah'a götürmeyene kadar... Ben çok şey söylemek isterim lakin bu benim söyleyeceklerim, en iyi mahkeme olan vicdan kadar olamaz. Şimdi otur vicdanın ile muhasebe et. İslam için nelerini feda ettin diye...

Yusuf ile ağabeyi yürürken aralarında böyle bir sohbet geçmişti. Günlerden Cuma ve bir daha ki görüşmeye tam iki gün var, koca iki gün. "Yusuf" diye seslendi ağabeyi yürürken. Lakin ses gelmedi. İbrahim kardeşine dönüp bakınca, onun ağladığını fark etti. Omzuna dokunarak "Yusuf, ne oldu hayırdır?" Yusuf, bir banka oturarak; "Babam öldükten tam 13 gün sonrasını hatırlıyor musun?" "İbrahim, banktan kalkarak volta atmaya başladı. "Kapat şu konuyu, tam on üç yıl geçti üstünden hem sen nereden hatırlıyorsun çocuktun daha o zamanlar?" Yusuf'un kapatmaya hiç ama hiç niyeti yoktu. "İbrahim Ağabey, hayır konuyu kapatmayacağım." İbrahim, uzun bir müddet konuşmadı. Sonra anlatmaya başladı;

"Liseden mezun olduğum gün, iki bin üç yılının haziran ayı. Takdir belgesi almış babama gösterecektim. Eğer takdir alırsan sana, istediğin kitapları alacağım diye söz vermişti. Bilirsin sırf kitapları alsın diye bir saatlik okul yolunu yürüyerek giderdim. Elimde belgem çocuklar gibi göstere göstere geliyordum. Mahalleye yetiştim ki, evin önü kalabalık. Tabi ne olduğunu anlamadım. Sen daha küçüktün, beni görünce bana koştun, bende seni kucağıma aldım. Ağabey, babam uyuyor üstünü örtmüşler. Bunu duyunca seni yere indirdim, eve o kalabalığın içinde nasıl girdiğimi bilmiyorum. Elimde belgem ile girdim içeriye, uyuyordu babam gerçekten, hem üstünü de örtmüşlerdi. Hasan Amca, Sabah ekmek alırken aniden fenalaştığını söyledi. Sonra da işte çok geçmeden ruhunu teslim etmiş. Ne yapacağımı bilmez bir şekilde öylece elimde belge, diz üstü kaldım öylece. Gözüm koltuğun arkasındaki hediye paketine takıldı. Gittim açtım. İçinde istediğim kitaplar vardı. Tam bir Risale-i Nur külliyatı ve bir kaç tane de cevşen vardı. Öylece durdum, ne yapacağımı bilemez bir halde. Cuma günü ikindi namazından sonra defnettik babamı. Sen ha bire soru soruyor, ağabey babamı nereye götürüyorlar diye soru sorup duruyordun. Ben ise; Rabbim onu çok özlemiş onun yanına gitti. Ama sen babam üşür deyince, kendimi tutamadım. Arkamı döndüm ağladım. Ama ben güçlü olmalıydım çünkü evin büyüğü bendim. Bundan sonra benim sırtımdaydı tüm yük. Herkes ayrıldı, mezarlıktan ben ve sen kalmıştık. Öylece, saatlerce bekledik. Sen ağabey ben üşüdüm ve açıktım deyince eve döndük tekrar. Eve döndüğümüz zaman annem evde yoktu. Zaten cenazede de çok samimi değildi. Sanki kocasının ölmesi onu hiç etkilememişti. Ben misafirler ile ilgilenmeye başladım. Ve bir müddet sonra da, zaten misafirlerde gitti. Şehir hayatının en sevmediğim yönlerinden biri de buydu işte. Cenaze ahlakı da kalmamıştı... işte tam on üç gün sonra. Annem de bırakmıştı bizi. Ama neden, niçin bırakıp gitmişti ki. Daha acımız tazeyken, şimdi de bu sıkıntı mı çıkmıştı başımıza. Ondan sonra zaten hayatımız tamamen mahvolmuştu..."

İbrahim daha fazla dayanamamış olacak ki, devam edemedi... Bir müddet öylece denize baktılar abi kardeş beraber. Sessizliği Yusuf bozdu, "Ağabey, belki biz Sahabeler kadar acı çekmedik ama, biz de İslam için bedel ödemiş olmuyor muyuz? Babamızın vefatı, annemizin bizi terk etmesi ve ondan sonra yaşadıklarımız bunlar bir bedel değil mi?" İbrahim tebessüm ederek; "Bak hele, neler de öğrenmiş bizim ufaklık." diye elini Yusuf'un saçının arasında gezdirdi. "Bugün bunları konuştuk Osman ağabey ile." "Neyi konuştunuz" deyince, çantasından hemen Lema'alar adlı kitabı çıkarak okumaya başladı.

BEŞİNCİ NÜKTE

Üç Meseledir.

BİRİNCİ MESELE: Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. Musibet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip feryad etmek gerektir.1 Fakat dinî olmayan musibetler, hakikat noktasında musibet değildirler. Bir kısmı ihtar-ı Rahmânîdir. Nasıl ki çoban, gayrın tarlasına tecavüz eden koyunlarına taş atıp, onlar o taştan hissederler ki, zararlı işten kurtarmak için bir ihtardır, memnunâne dönerler.2

Öyle de, çok zâhirî musibetler var ki, İlâhî birer ihtar, birer ikazdır. Ve bir kısmı keffâretü'z-zünubdur.3 Ve bir kısmı, gafleti dağıtıp, beşerî olan aczini ve zaafını bildirerek bir nevi huzur vermektir. Musibetin hastalık olan nev'i, sabıkan geçtiği gibi, o kısım, musibet değil, belki bir iltifat-ı Rabbânîdir, bir tatlıdır. Rivayette vardır ki, "Ermiş bir ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşüyor; sıtmanın titremesinden günahlar öyle dökülüyor."

İbrahim, "Elhamdülillah" demekle yetindi. Ama elhamdülillah derken acaba neler vardı İbrahim'in içinde. Neler...

#MehmetCelik

DÜNYADAN GEÇEN YOLCU (TAMAMLANDI) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin