ÇUKUR

217 51 154
                                    

Çayımın dumanı yavaş yavaş yükselirken tavana doğru, kafamdaki bin bir türlü sorularla çelişkili durumda çayımdan bir yudum alıyorum. Sıcaklığı dudağımı yakıyor ister istemez bir tepki vermek durumunda kalıyorum. Sıcak çayın bir anlık dudağımı yakmasına dayanamayan ben mazime bakınca, işlemiş olduğum büyük, küçük günahlarımın büyüklüğü beni dehşete düşürmedi değil. Aklıma takılan ve günah işlemeye meyil ettiğim zaman aklımdan çıkmayan bir soru beni bazen günlerce dört duvar arasındaki kütüphaneme mahkum etmekte. Anlaşılan yine bugün misafiriz geceye. Benim çayım hazır. Bilirsin, muhabbetler çaysız olmaz. 😊

Liseye ilk başladığım yıllarda okulun isminin kötü anılması dolasıyla hem ailem hem de ben biraz ürkmüştük. Mehmet Akif Ersoy'un adını almış bir okula "ŞARAPÇI MESLEK" diye hitap etmek elbette hazmedilecek bir durum olmasa gerek. Neden Mehmet Akif Ersoy'ken, Şarapçı Meslek diye anılmaya başladığını sizin gibi bende merak etmiştim. Üst sınıflara sorunca bunun nedenini öğrendim. Okulumuzun yakınlarında bulunan bir şarap fabrikasının olduğunu ve oradan imal edilen şarapların çevredeki tekel bayilere dağıtıldığını bunun sonucunda da tüketilen biraların okulun bahçesine atılması sonucu bu ismi almış. Okulun bulunmuş olduğu çevrede bu durumdan nasibini almamış değil elbette. Okulun hemen dışındakilerin okulun içine sinmesini orada görev yapan hiçbir eğitimci engelleyememiş. Bir önceki bölümde bahsettiğim gençlerin sorumsuz bir şekilde büyütülüp aile sevgisinden uzak bir yaşamı benimsemesinden dolayı bazı gençler evvela arkadaş ortamı, daha sonra bir duman daha sonra bir tek sigara ve onu takip eden alkol, uyuşturucu ve mutsuz son! Girip de bir daha çıkamadığın ÇUKUR! Eğer imkan olsa bir insanın ölüm anının metafizik boyutunu yüksek kaliteli video kaydı yapan bir kamerayla çekebilseydik, bugünün dizlerini her hafta reytingde geride bırakacağı hiç şüphesiz.

Okulun kurallarına yavaş yavaş alışmaya çalışıyor bir yandan da iyi arkadaş çevresi edinmeye çalışıyordum. Nihayet birkaç kişiyle tanışma fırsatım olmuştu. Okul tam gün olduğu için, öğlen araları dışarı çıkmaya izin veriliyordu. Bu bir saatlik arada yemek içme gibi temel ihtiyaçlarımızı karşıladıktan sonra yine okula dönüyorduk. Bir müddet sonra okula alışınca ve öğlen arasından sonra ciddi bir şey olmayınca dışarıya çıkamıyorduk. Bu arkadaş ortamımızda espriye neden olmuştu. Biz de okula "Mehmet Akif Ersoy F Tipi Açık Cezaevi" yakıştırmasını yapmıştık. Bir yandan okula alışmaya çalışırken, bir yandan da dışarıdaki tehlikeleri gözlüyor ve nasıl bir önlem alacağımızı düşünüyorduk. Gerek öğlen araları gerekse okul çıkışlarında karşılaştığımız manzaralardan hem ürküntü duyuyor hem de hayıflanıyorduk. Sabah ailelerinden harçlık alarak okula gelen çocukların ders başlamadan önce okulun çevresinde bulunan bakkallardan tek sigaralarını temin edip, içtikten sonra derse girmesi, öğlen aralarında veya okul çıkışlarında okulun çevresinde bulunan torbacılardan uyuşturucu madde temin ederek kullanılması sanırım siz okurken sizi bile tedirgin duruma getirdi. Bir insan olarak, nasıl getirmesin ki? Hele ki bir de "Ya bir gün bunların arasına bende katılırsam?" düşüncesi yok mu? İşte bu düşünce insanı, bir an hayattan koparıyor. Silkelenip kendinize geldiğinizde; "Aman Allâh korusun!" demekten kendinizi alamıyorsunuz.

İnsan düşünmeden edemiyor. "Bir eğitim kurumunun hemen yanında böyle şeylerin yapılması akıl kârı mı?" Elbette değil. Peki buna sebep olan nedir? Hadi bunun cevabını bulmaya gayret edelim. Malum hemen hemen her gün olmasa da mutlaka haftada üç dört kez adını duymaktayız "Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nin." Yani meşhur ODTÜ'nün. "Biz, kızlı erkekli tuvalet istiyoruz" dan tutunda "Pornoma dokunma" diye ahlaksızca pankartlar eşliğinde yürüyen, "ODTÜ LGBTİ Dayanışması olarak 6. Onur Yürüyüşümüzü Gerçekleştirdik" dedikleri onur yürüyüşünde kadınları bir meta olarak kullananların kadınları başrol oynatarak "Bedenime Dokunma! Hamile kalırım ama doğurmam. Bundan sana ne! Benim NAMUS bekçim sen misin?" diye meydanı dolduran ve buna da "6. ONUR YÜRÜYÜŞÜMÜZÜ GERÇEKLEŞTİRDİK!" diyerek onursuzluklarının üstünü kapamaya çalışan, çoğunluğu liseden üniversiteye yeni geçmiş birinci ve ikinci sınıfın kandırılan öğrencileri. Daha düne kadar annesinin dizinin dibinden ayrılmayan ve kendisine mahallede veya herhangi bir yerde atılan en ufak bir lafa ters bakılan bir bakışa misliyle cevap veren genç hanım kızlar ve erkek kardeşlerim şimdi; "Benim namus bekçim sen misin, sana ne ister hamile bırakır isterse de hamile kalırım!" diyen ahlaksızca bir tavır takınan bizim daha dün liseden bir arkadaşımız, kardeşimiz, kuzenimiz veya bir abimiz. Ya iyi hoş tamam da daha düne kadar küfürden haya eden gençlerin bu okula adım attıktan sonra bugünkü hali alması sizce de garip değil mi? Hem de ne garip!

Unutulmaması gereken bir şey var. Bu, çocukları yetiştirip hayata hazırlayana bir eğitimci. Bugün herhangi bir eğitim kurumunda mezun olan gençlerin ekseriyetle dinine, devletine, milletine, değerlerine düşman olmasındaki sebebi araştırmak gerekiyor. Bunun en bariz örneğini ODTÜ'de görmekteyiz. Demek ki gençlerin bu hale gelmesindeki en önemli sebep eğitimciler! Benim bu teorimi destekler niteliğinde Watson şunları söylemekte; "Bana eğitmem ve büyütmem için sağlıklı, iyi yapılanmış bir düzine çocuk verin, atalarının mesleği ve ırkı ne olursa olsun ben onların yeteneklerine, eğilimlerine, meziyetlerine, yatkınlıklarına aldırmaksızın, onlardan size, kendi seçimime göre doktor, avukat hatta dilenci ve hırsız yapayım." Tabi bunu her eğitimci için söylemiyorum. Bizi o şartlara rağmen yetiştiren hocalarımın ellerinden öpüyorum.

Mesleğini tam hakkıyla icra edemeyenler bugün toplumu ifsad eden kişilerin oluşmasına zemin hazırlıyor. Zira eğitim bir peygamber mesleğidir. Hassasiyetini bilmeyip, sadece geçim kaynağı bir meslek olarak addedenlerin yetiştirdiği gençleri hiç uzağa gitmeden çevrenizdeki okumuş gençlere bakarak, benim ne dediğimi anlayacaksanız.

Bugünün akşam haberlerine bakarken, bir öğretmenin üç tane öğrencisiyle beraber esrar içtiğine şahit oldum. Öğretmenlerin, gençlerin hayatlarını erdemli bir şekilde yönlendirmeleri gerekirken gençleri bu şekilde yönlendirmesi bir eğitimcinin görevi olmaz, olamaz.

Şartlar kötü diyerek kötü olan şartlara uyum sağlaması beklenmez bir Müslüman'dan! Kötü olan şartları nasıl iyiye çevirir veya en azami seviyeye düşürürüm diye bir kaygısının olması beklenir Salih bir Müslüman'dan. Evet, okulumuzun şartları kötüydü ama bize en büyük nimet olarak akıl yetisini veren iyiyi ve kötüyü ayıracak kapasiteyi bahşeden bir zat vardı. Eğer o dönemlerde O'nun ipine sarılmasaydım belki bugün daha farklı bir Mehmed olacaktım. Okulun ikinci döneminde arkadaşlarımın bazılarının sigara içmesinden dolayı merak ederek tek tük içmeye başlayınca nefesim daraldı ve hiç olmadığı kadar öksürmeye başladım. Evde de devam edince öksürük ve nefes daralması doktora gittim. Doktor toza dumana karşı bir alerjimin olduğunu söyledi. Elhamdülillah ki, o günden sonra yine tek tük içmeye çalışsam da alışmadan bıraktım. Ben bu dönemlerde "Ümmetimin fesadı zamanında kim sünnetime temessük ederse (yapışırsa), ona yüz şehid ecri vardır." diyen bir Peygamberi Ekber'in sünnetine sarıldım ve kurtuldum ve kurtarabildiğimi de kurtardım. İnsanın en zor zamanlarına İslam'ı koymaması o, zor zamanları daha da zor duruma getirerek içinden çıkılmaz bir hale getiriyor. Zor zamanlarından seni kurtaracak İslam ellerini açmış sana doğru koşuyor. Ellerini açıp ona sımsıkı sarılmaya bak. Neyse benim çayım bitmiş tazelemek gerek. Selametle. 😊

Selamun Aleyküm kardeşlerim. Kusura bakmayın biraz geç oldu bu haftalık. Faydalı olduğunu düşünüyorsanız, arkadaşlarınızı etiketleyebilirsiniz. 

#MehmetCELİK #dünyadangecenyolcu

DÜNYADAN GEÇEN YOLCU (TAMAMLANDI) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin