Soğuk, ıslak ve zifiri karanlıkZindanda bir genç bacakları ve elleri kelepçelenerak duvara sabitlenmişti.
O sadece soğuğu hissediyordu, ıslaklık heryerine bulaşmıştı. Karanlığa zaten alışmıştı. Normalde birisi burdan çıkmak için birşeyler denerdi, bağırır çağırır hatta askerlere kendinin yapmadığını söylerdi ama o aciz bir varlık değildi, suçsuz olsa bile gururu herşeyin önüne geçiyordu.
Zaten bir insanı suça teşfik eden onursuzluk değilmiydi? Eğer onurunu düşünseydi birini öldürürmüydü? Yada hırsızlık yaparmıydı?
İşte Mike sırf onuru için sadece susuyordu hatta suçsuz yere öldürülecek olsa bile sesini çıkarmazdı. Mike'a göre onur herşeyden önce gelirdi.
Mike ıslanmış üstüyle kenarda titriyordu, birden soğukluk eklenince doğal olarak bir nöbet geçiriyor gibi insanın titremesine sebep oluyordu ki işte Mike bu yüzden titriyordu.
Sahi ne kadardır bu karanlık hapishanedeydi?
1 yıl mı?
10 yıl mı?
Yoksa 1 gün mü?Tamamen zaman kavramını yitirmişti hatta benliğini bile kaybetmek üzereydi ama o mutluydu. İdam edileceğini biliyordu ama mutluydu.
Onuruyla öleceği için mutluydu
Hayatının birçok noktasında zafer kazandığı için mutluydu
Krallığına bir yarar sağlayabildiği için mutluydu
En son ise annesine sonunda kavuşacağı için mutluyduGerçektende annesinin kokusu nasıldı acaba?
Gül gibi mi kokuyordu?
Mike hiç hatırlamıyordu annesini sadece babasının anlattığı kadarıyla annesi o daha 2 yaşındayken ölmüştü. Hem annesi ona doyamamıştı hem de Mike annesine doyamamıştı.
Belkide Mike sırf bu yüzden tutunacak bir dal arıyordu, sürekli dipsiz bir uçurumdan aşşağıya düşüyordu, yanından onlarca dal geçiyordu ama o hiçbirine tutunamıyordu. Sol tarafı hep boşluktu hem de kendisini bildi bileli.
Babası ona hem annelik hem de babalık yapmaya çalışmıştı, annesinin eksikliğini hissettirmemeye çalışmıştı, işte bu yüzden Mike babasını seviyordu.
Mike'ın aklına babasıyla demir dövdüğü zamanlar geldi
"Maşayı sıkı tutma!!!"
"Çekiçle çok sert vuruyorsun!!"
Babasının sesi zihninin uzak bir köşesinden gelirken sesler iyice belirginleşmeye başlamıştı.
Daha 8 yaşındaydı ve babası onu demircilik konusunda zorlu bir eğitimden geçiriyordu. Görüntüler birden değişti bu sefer karşısında Leo vardı ve ava çıkacaklardı
"Dostum bayağı avlanmamız lazım!"
Böyle görüntüler hep değişti, Mike ise kötü anılarına bile gülümseyerek bakmıştı, sonuçta hayatını doya doya yaşamıştı ve bundan memnundu, birkaç tane kötü anısı ise ne kadar başarılı olduğunu kanıtlıyordu.
Görüntüler değişirken Mike birden kendini savaş alanında buldu, atın üzerindeydi ve önüne geleni öldürerek sanki kasırgaymışçasına düşmanı süpürüyordu.
Görüntü değişince Mike'ın gözünden bir damla yaş yere düştü, Arina ona gülümsüyordu, birşey söylemiyor sadece gülümsüyordu.
Mike acaba ölüyormuyum diye düşündü, eğer ölüyorsa niye bu kadar mutluydi peki? Ölüm bu kadar güzelmiydi? Insanlar hep anlatırdı dayanılmaz acılar çekersin diye ee peki niye o acı çekmiyordu?
Çiplak ve yarayla dolu üst bedenini hafif kıpırdatınca yeni kabuk bağlamış yaraları tekrar kanamaya başladı. Kan ince bir çizgi halinde iniyor ve gölet oluşturmuş suya damlayarak onu kızıla boyuyordu.
Mike niye benim ziyaretime kimse gelmiyor diye düşündü. Bir tek Melina gelmişti ama birdaha da gelmemişti.
Gerçekten tek dostu o muydu? Prenses nerdeydi? Mordor nerdeydi? Robert ve Leo nerdeydi?
Kimse yoktu yanında hem de en kötü günlerinde! Peki eğer burdan çıkarsa ne yapacaktı? Ya da ölürse insanlara ne diyecekti? Peki cellat hiç ona acıyacakmıydı? Belkide cellatın umrunda bile olmayacaktı? Neden bu konuma düşmüştü?
Mike'ın aklına onlarca soru geliyordu ama hepside cevapsız sorulardı. Mike'ı zindanda geçirdiği zamanda birtek işkence etmek için gelen 2 asker ziyaret ediyordu. Mike'ta zaten 2 askere aynı şeyleri söylüyordu
"BEN YAPMADIM!!"
Acaba kendi canına kıyabilirmiydi? Elleri bağlıydı. Kendini bile öldüremiyordu. Mike birden kahkaha attı, sesi tüm duvarlarda yayıldı ve sanki yüzlerce kişi kahkaha atmış gibi bir izlenim oldu.
Mike ise delirdiğinden değil sadece acizliğinden kahkaha atıyordu
"Kendini bile öldüremiyorsun DÜK MIKE!"
Daha da fazla kahkaha atmaya başladı, hatta kahkahaları zindanda çıkıp sarayın içlerine doğru yayıldı.
Bu kahkahayla beraber kapıdaki nöbetçiler korkuya teslim olmuşlardı, bedenleri tir tir titriyordu.
Mike birden kahkahayı kesti, acaba deliriyormuyum? Delilik böyle birşeymi? Böyleyse eğer hoşuma gitti!
Bu sefer bir kahkaha daha attı. Aralıksız gülerken onun kahkasını bozan 2 tane iri kıyım askerdi
"Demek sonunda delirdin ha seni gidi hain hahahaha!"
Mike hiç bozulmadan tekrar kahkaha atmaya devam etti, gözlerindeki yaşları keşke silebilseydim diue düşündü. Zorlukla kahkahasını bastırınca konuşmaya başladı
"Ben delirdiğim için gülmüyorum;
Sizin acizliğinize gülüyorum!!
Eğer ben bağlı olmasaydım bana işkence edebilirmiydiniz?"
Askerler birbirlerine baktı. Kesinlikle karşılarındaki genç bağlanmasaydı ona işkence edemezlerdi. Hatta şu an bağlarını çözse korkudan secdeye kapanırlardı ama ikisi hiç bozuntuya vermedi
"Tabiki de işkence ederdik hain!!!
Sonuçta elimize her zaman bir oyuncak geçmiyor hahahahaha"
Asker gülünce Mike'ta güldü ve asker korkuyla susarken Mike yine gülmesini zorlukla durdurarak ciddi ve öfkeli bir biçimde konuştu ama sesi normal tonda çıkıyordu
"Sizin oyuncağınız şu an hayatınız. Siz hayatınızla oynuyorsunuz.
Dikkat edin oyuncağınızı kaybetmeyin, eğer kaybederseniz bidaha bulamayabilirsiniz sizi korkaklar! Hahahahaha!"
Mike delice kahkaha atarken askerler korkudan titredi, bağlı ve aciz biri onları korkutabiliyordu. Askerler hemen zindandan çıktılar, arkalarında ise delice kahkaha atan bir genç bıraktılar...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölüm Yolu: BAŞLANGIÇ
Historical FictionHey yabancı hemen gitme gel biraz bekle. Şimdi sana soruyorum; koyde doğmuş bir cocuk ne kadar yükselebilir sence? Ya da şöyle soriyim; devletine ne verebilirsin yabancı ? Iste ben devletime hayatımı adadim ve en yükseğe çıkması için çabaladım hem d...