Violetta'dan;
"Şuraya!" diye bağırıp, sol tarafa döndürmesini istedim Franco'dan. Şu anki pozisyonumuza herkes -özellikle de babam- kahkahalarla gülüyordu. Gülünmeyecek gibi de değildi zaten. Ben, Franco'nun omzundaydım. Franco'da bacaklarımı sımsıkı tutup, su tabancasıyla etrafa su sıkıyordu. Bir nevi su savaşı yapıyorduk. Babam, Franco, ben ve Franco'nun bazı arkadaşları...
Franco'nun birkaç saniyelik bacaklarımı bırakma girişiminden sonra, popo üstü çakıldım yere. Nasıl havada dönüp, bu şekilde düştüm, bilmiyorum. O anda tek hatırladığım, "Düşüyorum galiba!" diye çığlık atmamdı.
Babam endişeyle yanıma eğilip, "Violetta! İyi misin? Kötü düştün!" dedi. Bu kadar üstüme titremesinden sıkılıyordum. Sıkıldığımı söylemek yerine, "Alt kısmım birazcık sızlıyor, o kadar," diyebilmiştim. Franco da kahkahalarla yere yattı. "Muhteşem düştün!" demeden de geçememişti tabii. Öküz.
"Gülmeyi kesip, kaldırsana. Senin yüzünden düştüm zaten," diye çıkıştım ona. Ellerini havaya kaldırıp, "Bana tutunsaydın. Ben sadece üç saniyeliğine bıraktım seni," dedi. Sadece 'öküz' demek de yetmiyordu buna, daha değişik bir şeydi bu.
"Aman iyi be, kaldırmazsan kaldırma," deyip, kalktım. Düşüşümün şiddeti yüzünden, su tabancam da kırılmıştı. İlk o yere düşmüştü, onun üstüne de ben.
Sendeleyerek yürüyordum. Babamla Franco bir şeyler konuşuyorlardı ama ne konuştuklarını duyamıyordum. Dinlemekte istemiyordum zaten.
Eve geldiğim gibi kendimi koltuğuma attım. Yorulduğum zamanlarda koltuğuma yatmayı çok seviyordum.
Bir anda aklıma, Olga'yı aramak geldi. Babamın söylediğine göre, oraya gideceğimizi henüz bilmiyormuş ama birazdan öğrenecek.
Hemen telefonumu çıkarıp, Olga'yı aradım. İlk çalışta açtı. Sanki birisinin aramasını bekliyordu ya...
V: "Olgiş!"
O: "Violetta! Ne zamandır aramıyorsun, nasılsın?"
V: "İyiyim. Sana bir sürprizim var!"
O: "Baban evleniyor mu yoksa o Jade'le?"
V: "Hayır! O zaman sevinmezdim, canım. Buenos Aires'e geleceğiz!"
Olga'nın tuhaf çığlığı(!) duyuldu. Ardından da, "Ne zaman?!" dedi. Kulağımın duyma bölümünü çökerttiğini düşünerek, "Bir hafta sonra," dedim.
O: "Daha erken gelemez misiniz?"
V: "Maalesef. Babamın işleri o zaman bitiyor."
O: "Hım. Ben o zaman, senin odanı hazırlayayım."
V: "Tamam. Görüşürüz!"
O: "Görüşürüz!"
Telefonu kapatıp, kendimi tekrar koltuğa attım. Günlüğüme bir şeyler yazmak istiyordum ama ne yazacağım gelmiyordu aklıma.
Acaba Buenos Aieres'te ne kadar kalacağız? Orada nasıl insanlarla tanışırım ki? Franco'dan başka arkadaşım olmadığı için, arkadaş edinme konusunda berbatım. Franco'yla da, o benim bebeklerimin kafasını kopartırken tanışmıştım. Sonra aileler arkadaş oldu falan...
Acaba bu sefer nasıl arkadaş edinebilirim? Bebeklerimin kafasını kopartacak kadar küçük çocuk istemiyorum. Bebeklerle de oynamayalı beş yıldan uzun süre oluyor... Ben galiba yalnız öleceğim orada...
Kapının açılma ve kapanma sesleri geldi kulağıma. Çok geçmeden de Franco'yla babam belirdiler kapıda. İkisine de sırtımı döndüm. Hiç benimle uğraşmıyorlar kaç gündür. Hep sonradan geliyorlar. Hıh.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ღ GEÇMİŞİN İZLERİ-BAŞLANGIÇ ღ |1.KİTAP|
Romance"Hangi rengi seversin?" diye sordu beni izlerken. Soru biraz tuhaf gelmişti ama kendimle konuşuyormuş gibi, sebepleriyle beraber söylemeye başladım. Bir yandan da çiçekleri topluyordum. "Mavi. Mavi çok özel bir renk. Bir sürü anlamı var. Mesela; son...