TPL / Bölüm 5: "Yağmurun Altında"

1K 37 9
                                    

ALICE'İN AĞZINDAN;

Justin'in burada ne işi vardı? Ama okulumu bilmiyordu ki? Nereden öğrendi? Yoksa takip falan mı etti? "Okulumun yerini nereden biliyorsun?" Soruma karşılık olarak "Ev arkadaşından birazcık yardım aldım" dedi dolaba yaslanıp ellerini cebine sokarak. "Boşuna gelmişsin, dersim bitti çıkacağım birazdan, diğer dersler gereksiz olanlar." diyerek okulun çıkış kapısına yöneldim. Arkamdan geldiğini hissediyordum fakat bakmaya tenezzül bile etmedim.

Okuldan çıktım ve evime doğru yürüyecekken Justin'in sesi yürümemi böldü. "Hey, buraya kadar geldim, yani bir şeyler ısmarlamayacak mısın bana bir yerlerde?" dedi ve göz kırptı. Haklıydı ve ona bir şey ısmarlamadan göndermemin kabalık olacağını düşünerek teklifini kabul ettim. "Pekala, ama çok zamanım yok, en fazla bir saatim var. Yarına yetiştirmem gereken bir proje ödevim var."

Arabasına doğru ilerledik. Hey, bunun kaç arabası var? Dayanamayıp sordum. "Bu kadar arabayı nerden buluyorsun?" Duraksadı. Sadece kıkırdadı, soruma cevap vermedi.

Sorarsam yine cevaplamayacağını biliyordum ve bir daha sormamaya karar verdim. Arabaya bindik. Bir kafenin biraz ilerisinde arabayı durdurdu. Aslında kafeye biraz mesafe vardı, herneyse. Şirin bir yerdi. Dışarıda oturduk, biraz soğuk olmasına rağmen. Birer capuccino söyledik. Justin konuşmaya başladı. "Nasılsın?" Her zamanki cevabımı verdim. "İyiyim, sen nasılsın?", "İyiyim."

O sırada capuccinolarımız geldi. Konuşmayı nasıl devam ettireceğimizi ikimiz de bilmiyorduk. Birden konuşmaya başladı. "Hey, bir gün bizim eve gelmek ister misin?" Gerçekten evini çok merak ediyordum ve bu harika olurdu. "Tabii, memnuniyetle."

Sonra Justin'in kusursuz suratını incelemeye başladım. Dediklerim hala geçerliydi, gerçekten seksiydi. İncelerken fazla dalmış olmalıyım ki "Dünya'dan Alice'e" diyerek elini kendime gelmem için suratıma doğru salladı. Ah, ne kadar aptalım. Kendimi küçük düşürmekten başka yaptığım bir şey yok.

Hava soğumaya başlamıştı. Birden titredim. Ellerimi kollarıma sardım belki biraz ısınırım diye. Justin bunu fark ettiğinde "İstersen seni eve bırakabilirim?" dedi. "Hayır, gerek yok. Birazdan ısınırım."

Fakat 5 dakika geçmesine rağmen hala ısınamamıştım ve doğrusu gerçekten üşüyordum. Titremeye başladım. Hava birden ne kadar soğudu böyle? Kara bulutlar gökyüzünü kapladığında yağmur yağacağını anladım.

Üzerimde sadece bir tişört ve hırka vardı. Ve ben gerçekten donmak üzereydim. Justin daha fazla dayanamadı ve üstündeki kalın siyah kapşonlu hırkasını çıkarmaya başladı. "Hey, ne yapıyors--" dememe kalmadan yanıma geldi ve hırkayı sırtıma koydu.

Davranışı karşısında donakalmıştım. Justin sert biriydi, yani.. Böyle yapması, Justin için söylemesi zor ama gayet centilmence bir davranıştı.

"Ama senin üstündeki tişört çok inc--" lafımı böldü. "Hey, ben kolay kolay üşümem bebeğim, önemli değil."

"Teşekkür ederim" sırıttım.

O da sırıttı.

Kara bulutlar yavaş yavaş damlalarını yeryüzüne bırakmaya başlamıştı. Yağmur hızlanmadan kalkmaya karar verdik.

Arabaya doğru giderken Justin'in tek elini omuzuma koyduğunu ve birlikte hızlı hızlı ilerlediğimizi fark ettim. Güvende hissediyordum.

Ah, arabayı neden bu kadar uzağa park etmişti ki?

Birden yağmur şiddetlendi. Bardaktan boşanırcasına yağıyordu. Justin'in üstünde sadece incecik bir tişört olduğunu tekrar fark ettiğimde durdum. Justinin üstümdeki hırkasını çıkardım ve ikimizin kafasının üstüne tutmaya başladım. Benim yüzümden ıslanmasını istemezdim açıkçası.

The Passionate LoveHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin