JUSTIN'İN AĞZINDAN:
Uyandığımda yanım boştu, Alice yoktu.
Kasılmaya başladım. Tekrar başına bişey gelmiş olması mümkün müydü?
Hemen üzerime tişörtümü geçirip koşarak aşağıya indim.
"Demek uyandın, mhm, ben de size kahvaltı hazırlamak istedim. Bir teşekkür hediyesi demek isterdim fakat böyle bir hediye olur mu onu da bilmiyorum gerçi." Güldü.
Evet, Alice karşımda duruyordu. Önünde kocaman ve muhteşem bir kahvaltı sofrasıyla.
Arkasından Edward geldi ve elini Alice'in omzuna attı.
Sinirlenmeye başladım.
"Günaydın kardeşim, biz de kahvaltı hazırlamıştık. Otursana." Gülümseyerek sandalyeyi gösterdi.
Alice de gülüyordu.
Edward durumu fark edince hemen savunmaya geçti. "Hey, hey, hey. Sakın öyle bir şey düşünme. Alice benim arkadaşım sadece." dedi ve ellerini teslim olmuş gibi yukarı kaldırdı.
Kendime geldim ve konuşmaya başladım. "S-saçmalama Edward. Ayrıca aranızda bir şey olsa bile bu beni ilgilendirecek bir şey değil." Sinirle masaya oturdum ve yemeye başladım.
Edward tam bir şey söyleyecekti ki diğer çocuklar da geldiler. "Herkese günaydın."
John masayı görünce göz bebekleri büyüdü. "Bu muazzam masa nereden geldi sorabilir miyim acaba?"
"Biz yaptık John." dedi Edward. Alice'e bakarak.
Elimi yumruk yaptım ve derin bir nefes aldım. Sinirlenmeye başlıyordum.
Neden sinirleniyordum ki? Alice benim.. 'Sadece' arkadaşım. Değil mi? Yani sadece arkadaşız. O zaman sorun yok.
Bu düşünceyle suratıma kasıla kasıla saçma bir gülümseme yaydım ve "Evet, gerçekten muazzam. Ellerinize sağlık, Edward ve Alice." dedikten sonra ağzıma bir zeytin daha attım.
Oysa ki içten içe kendimi yiyordum.
Herkes masaya oturdu. Benim yanıma Alice, onun yanına da Edward oturmuştu. Karşımızda da John, Kevin ve Jack vardı.
Edward Alice'e döndü. "Pekala, okul nasıl gidiyor Alice?" Gülümsedi.
"Güzel. Peki ya sizin şu.. Mhm çete işleri nasıl gidiyor?"
Edward küçük bir kahkaha attı.
"İnan, harika gidiyor."
Alice de güldü.
Sonra Alice'in çatalı yere düştü. Edward ve ikisi almak için yere eğilmişlerdi ki kafaları çarpıştı.
"Ah, kafam!" İkisi de aynı anda kahkaha attı.
"Kafan taş gibi Alice!" Edward gülerek söylendi.
"Ah, kapa çeneni Edward." Alice eline bir zeytin aldı ve Edward'a attı.
"Savaş mı istiyorsun ha?" Edward da eline bir domates parçası alıp Alice'in suratına yapıştırdı.
Normalde olsa Alice'in şuanki surat ifadesine gülerdim ama, gerçekten şuan gülecek durumda değildim.
Alice bir çatal kaptığı gibi omletten bir parça alıp Edward'a fırlattı.
Edward da eline ne geldiyse atmaya başladı. İkisi karşılıklı savaşa başladılar. Kahkaha atıyorlardı. Eğleniyorlardı.
Alice katılmaları için Jack'e, John'a ve Kevin'a da ellerine geçen yiyecekleri atmaya başladı. Böylece kahvaltı masası savaş alanı oldu. Herkes birbirine bir şeyler atıyordu.
Ben hariç.
"Hey, adamım sen neden katılmıyorsun?" diye sordu Edward kahkaha atarak.
"Çünkü bunun eğlenceli olduğunuzu zannedip b*k gibi davranıyorsunuz da ondan." dedim ve elimdeki çatalı sert bir şekilde masaya bırakarak merdivenlere yöneldim.
Hepsinin şuan beni izlediğini biliyordum.
Odama girdim ve camın önüne geçip dışarıyı izlemeye başladım. Evimiz şehrin dışında, ormanın neredeyse girişinde bir yerde olduğu için sessiz ve güzel bir manzara vardı. Bu beni rahatlatıyordu.
Kapım açıldı. Bakmaya gerek duymadım.
"Senin sorunun ne?"
"Git başımdan Alice."
"Justin? Sorun ne?"
"Sana git başımdan dedim."
Yanıma geldi. Çenemi tutup suratımı ona doğru çevirdi. "Hey, neyin var?" Sessiz bir şekilde sordu.
"Bak, gerçekten önemli değil. Tamam?"
"Durduk yere saçma saçma konuşup odana çıkıyorsun, saçma davranıyorsun, üstelik yanına geliyorum, ne olduğunu soruyorum ve sen.. Tavır alıyorsun. Yani gerçekten 'önemsiz' mi?" Alayla güldü.
Cevap vermeyince devam etti.
"Justin, konuş artık. Bak, birden davranışların değişti. Hem bana karşı, hemde.. Edward'a karşı. Sorun ne?"
Yine cevap vermedim.
"Ah, pekala. O zaman açık açık ben soracağım." Soracağı şeyi merak etmiştim.
Hala pencereden bakıyordum ve ona cevap vermiyordum.
"Mhm, bak, şimdi söyleyeceklerim belki saçma gelecek ama.. Sen.. Yani şey, sen beni ve Edward'ı---" sözünü kestim. "Kıskandım mı?" Ona döndüm.
Biraz sesim yüksek çıkmıştı ve birden ona döndüğüm için irkildi.
Ürkek bir şekilde başını salladı.
"Evet, kıskandım. Nedenini bilmiyorum ama benden başka bir erkekle, özellikle de benim olduğum bir ortamda eğlenmeni istemiyorum. Tamam mı? Bunun bir açıklaması var mı bunu ben de bilmiyorum!"
Öylece bana bakıyordu.
Hızlı bir şekilde sanki kelime yarışmasındaymış gibi konuşmaya başladı. "B-bak Justin. Amacım seni kıskandırmak değildi. Bunu sen de biliyorsun. Ayrıca ben neden seni kıskandırmak isteyeyim ki? Öyle bir amacım olmadı, asla da olmaz. Evet bunun bir açıklaması yok farkındayım ama b-ben yani---" sözünü kestim ve aniden dudaklarına yapıştım.
Yumuşak dudakları, dudaklarıma değdinde, o an hayatımda ilk defa kendimi bu kadar iyi hissettim.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
VEEE İŞTE İSTEDİĞİNİZ OLAY OLDUUU :D RAHATLADINIZ MI BARİ? :D KISA OLDUĞU İÇİN ÖZÜR DİLERİM :P SİZİ SEVİYORUM, İYİ OKUMALAR! :* (BU ARADA BU BÖLÜMÜ HİKAYEMİ SÜREKLİ TAKİP EDEN VE YORUMLARIYLA BENİ MUTLU EDEN 'BagimliGorl' ADLI OKUYUCUMA ARMAĞAN EDİYORUM, TEŞEKKÜR EDERİM) :)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Passionate Love
RomantizmBirbirinden çok farklı iki genç birbirine aşık mı olacak? İmkansız Aşk yoktur. Yeter ki aşkınızın gücüne inanın. Onların aşkı aradaki tüm engelleri kaldıracak kadar güçlü.. TANITIM: https://www.youtube.com/watch?v=eckw3AsruCE