Gözlerim, üzerindeki ağırlıkla mücadele ederek aralanırken olaylar yeniden hafızamda canlanıyor.
Brad suya atladığı gibi gölün yüzeyindeki bedene yöneliyor. Vücudumun titrediğini ancak polisi aramak için tuşa giden parmaklarımdan anlıyorum. Olayları panik halinde anlatmayı bitirdiğimde Brad de eş zamanlı olarak sudan çıkıyor. Kireç gibi yüzünün ardındaki hüznü gördüğümde anlamaya çalışırcasına yaklaşıyorum. Kucağından sarkan eller görüş alanıma girdiğinde ise ruhum çekiliyor sanki. Kırışık, pamuk gibi elde duran zümrüt yeşili yüzük zihnimin duvarlarına çarpıyor.
/ 'Büyükanne'
Seslenmemle kitaptan başını kaldırıyor ve burnunun ucundaki gözlüğü düzelterek bana bakıyor.
'O elindeki yüzüğü bana verme zamanın gelmedi mi artık?'
Ana hatlarında damla şeklinde üç zümrüt taşının bulunduğu altın sarısı yüzüğüne bakarak tebessüm ediyor. Bu hareketinin göz kenarlarını ve yanaklarını kırıştırmasını seyrediyorum.
'Gerçekten bu kadar çok mu seviyorsun bunu? Senin tarzın olmadığını sanıyordum.'
Üstümde bana iki beden büyük gelen askeri yeşil keten ceketime ve siyah dar paça yırtık pantolonuma bakıyorum. Bana uymaması o yüzüğü sevdiğim gerçeğini değiştirmiyor. Açıkçası insanların düz bir çizgide yürüdüğü düşüncesine inanmıyorum. Kişi birbirine zıt fikirler denizinde. Elimizde olmasa da yüzdüğümüz suya bulanıyoruz. Sadece hangi mekanı daha çok seversek oralarda takılıyoruz ve kendi fikirlerimizi oluşturuyoruz o kadar. Mesele grunge tarzını seven biri rokoko giyimine özenebilir. Ya da rock müzik hayranı aynı zamanda klasik müzikle ilgilenebilir. Fakat ben böyleyim demeyi seviyoruz. Bir kalıba sığmaya uğraşıyoruz ve içimizdeki çeşitliliği öldürüyoruz.
'Kim demiş bunu? Ona bayılıyorum. Gözüm gibi bakacağımdan da şüphen olmasın matmazel.'
Oturduğum yerden reverans yapmaya çalışmam büyükannemi güldürüyor.
'Büyükbabana bir sözüm var Alissa. Ömrümün sonuna kadar takacağıma dair. Ben öldükten sonra seve seve senin olabilir.'
Büyükbabamın konusu açılınca gözleri buğulanıyor. Aşkı bilmemem onun fırtınalarını hissetmeme engel olmuyor. İçindeki özlemi sadece gözlerinden değil daire şeklindeki turuncu sesinin köşeleşmesiyle de anlayabiliyorum.
'Yüzüğün hiç benim olmasını istemiyorum o zaman büyükanne. Seni kaybetme fikrine dayanamam.'/
Kalbimin artan ritmi, gözümden akan yaş, bedenime oldukça tezat davranıyor. Kımıldayamıyorum. Benden çıktığını anlayamadığım bir haykırış dökülüyor dudaklarımdan. Gerisi ise boşluktan ibaret.
'Büyükaneeeeeeeeeeeeeeeeee!!!'
Daha kendime gelememişken tekrardan ağlama krizine tutuluyorum. Kollarını bana dolayan kişi beni sakinleştirmeye çalıştırıyor fakat nafile bir çaba. O da bunun farkında.
'Gerçek değil. Sadece kabus. Değil mi? Bu doğru olamaz. Mümkünatı yok.'
Ellerimi göğsüne koyup yumruklamaya başlıyorum.
'Yalvarırım hayal de, yalan de, yanlış gördün de. Buna katlanamam.'
Hiçbir sözcük dökülmüyor dudaklarından. Gerçi cevap beklemiyorumn. Bu saatten sonra ne söylense boş. Bütün olayları bir camın arkasından seyrediyorum. Kendi sesime dahi kulaklarım tıkalı. Boğazlarım bağırmaktan harap olmuş, yutkunmaya çalıştığım vakit anlıyorum. Koluma ufak bir sızının girmesiyle gerçekleri izlediğim cam tuzla buz oluyor ve bu dünyadan yavaşça sıyrılıyorum.
Sadece başımın değil bütün vücudumun sızısına uyandığımda cebimden iki ağrı kesiciyi çıkarıp ağzıma atıyorum. Artık işe yaramıyorlar. Sadece alışkanlık. Acı da ağrı da hala yerinde duruyor. Sayısını arttırmama ise Brad izin vermiyor. Titremelerimin sıklaştığını söylüyor. Farkında değilim.
Gözyaşlarımdan kuruyan yüzümün gerginliği rahatsız edince arka taraftaki lavobaya ilerliyorum. Çok oturduğumdan birkaç sendelemeyle düşecek gibi olsam da varmayı başarıyorum. Yıkadığım yüzümden sular damlarken aynada gördüğüm kişi bana hiç benzemiyor. Kahverengi gözlerimdeki ışıltı yerini donuk bir ifadeye bırakmış, kumral tenime ölümün soğukluğu sinmiş. Karşımdaki cesedi seyretmek anıları bir bir önüme dizmeye başladığında buna izin vermemek adına hemen yüzümü kurulayıp içeri geçiyorum.
Karşımdaki antika saatin tik taklarına bakarken aradan geçen zamanı saymaya çalışıyorum. Haftalar mı geçti yoksa aylar mı, bugün günlerden ne? Bozuk psikolojimden kaynaklı yorgunluğum izin vermeyince gözlerimi kapatıyorum. Önümde ise tek bir gerçek
kendini belli ediyor: Zamanın acımasızca ilerleyen saniyelerinin aksine yüreğim yangın yeri.
Teselli için söylenen her söz dolaşıyor beynimin içinde canımı acıtarak. 'Anlayamazsınız. Siz nereden bileceksiniz kalbimi her atışında yaralayan prangaları.' demek istiyorum. Gösterdiğim tepki ise yalnızca boşluğa bakarmış gibi bakmak o gözlere.
'Kahve ister misin?'
Evan ın sesiyle içimdeki gürültüyü az da olsa bastırıp beyaz yıldızımsı parıltıların aklımı ele geçirmesine izin veriyorum. Derin bir nefes vererek başımı sallıyorum. Kısa süre sonra önüme konulan americanodan bir yudum alırken Evan da karşıma oturup lattesinin köpüğüyle oynuyor. O olaydan beri kafesinde sabahlamama sesini çıkarmıyor oluşu bu durumdan memnun kaldığı anlamına gelmiyor.
'Acı verici olduğunu biliyorum ama bundan sonsuza kadar kaçamazsın Alissa. İki aydır bu haldesin, o eve dönmen gerekiyor.'
Umursamaz bir kafa sallamayla geçiştiriyorum söylediklerini.
'Yüzüme bak.'
Evan ın ses tonundaki ciddiyet kırmızıya boyuyor bütün yıldızları. Umursamazlığım gölgesine çekilirken gözlerinin esareti ele geçiriyor tüm uzvumu.
'Madem öyle, bulalım faillerini. Belki bu içindeki acıyı azaltmaz ama en azından yangınını durdurur. Polis kaç aydır bulamadı ve kasaba panik halinde. Burayı onlardan daha iyi tanıyoruz. Bence denemeye değer.'
Kafama yatan fikirle tüylerim diken diken oluyor. Fütursuzca riske atılmak ve ben. Fakat kaybedecek bir şeyimin olmayışı göğsümdeki sızıyla belli ediyor kendini. Mantığımı ele geçiren kararlı yanın, sesime de yansımasına özen göstererek konuşmaya başlıyorum.
'Pekala. Nasıl yapacağız?'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Evenness Kasabası
Mystery / Thriller'Yıllar önce heyecan, koşturmaca, telaş burayı terk etmiş geriye sadece valizine sığmayan huzuru bırakmış.' denilen bir kasabanın, ölümün sisiyle griye bulanmasının hikayesi.