"Annem iyi misin?" diye sordu Feray, yeni uyanmaya çalışan Fatma Hanım'ın üzerine eğilerek. Fatma Hanım yorgun gözlerini kızının endişeyle bakan gözlerine çevirerek gülümsemeye çalıştı.
"İyiyim kızım, iyiyim." dedi zor duyulan sesiyle.
"Var mı ağrın, sızın?" diye sorarken annesinin arkasındaki yastığı düzeltip doğrulmasına yardım etti Feray.
"Yok yavrum ağrım falan, ne oldu anlamadım zaten birden başım döndü, düşüverdim." dedi Fatma Hanım mahcup bir ifadeyle.
"Yine ilaçlarını unuttun değil mi? Aşkolsun anne kaç defa dedim sana dikkat et, unutma diye. Anlıyorum abimi kaybettiğimzden beri yaşama hevesin kalmadı ama ben varım anne. Ben de senin evladın değil miyim? Babam gitti, abim gitti, sana da birşey olursa ben ne yapacağım hiç düşündün mü? Allah aşkına azıcık düşün, beni düşün, kendini düşün, yapma bize bunu. Ben bir yıldır her Allah'ın gününü seni de kaybedersem korkusuyla geçiriyorum. Sana ihtiyacım var görmüyor musun?!" Feray içindekileri bir isyan gibi sessizce kelimelere dökerken ne gözlerinden akan yaşların ne de yanına gelen Yusuf Efendi'nin farkındaydı. Yaşlı adam elini Feray'ın omzuna koyarak sıktı.
"Tamam kızım, yeter. Üzüyorsun anneni. Hadi sen çıkıp bir hava al, toparlan." dedi anlayışlı bir sesle.
Feray bakışlarını yaşlı adama çevirip uykudan yeni uyanmış gibi gözlerini kırpıştırdı. O kadar korkmuş ve kendini o kadar sıkmıştı ki bir anda patlayıvermişti. Birşey demeden başını aşağı yukarı salladı sadece. Utanmıştı, bakışlarını ne annesine neden Yusuf Efendi'ye çeviremedi. Kenarına iliştiği yataktan doğrularak odadan çıktı. Kendini koridorun sonundaki tuvalete attı hızlı adımlarla. Birkaç damla daha gözyaşı akıtıp soğuk suyu peş peşe çarptı yüzüne. Havanın sıcağını bile bastıran içinin yangınına iyi gelmişti biraz. Derin bir nefes çekip ciğerlerine, çıktı tuvaletten.
Önce kantinden bir bardak kahve aldı, sonra da bahçeye çıkıp binanın arka tarafına dolandı. Daha öncede birkaç kez geldiği için bu hastaneye en sakin ve güneş almayan kısmının arka tarafındaki duvar dibi olduğunu biliyordu. Tek bilende o değildi anlaşılan. İki adam duvarın önünde dikilmiş hem sigara içiyor hem kendi aralarında ciddi bir konu konuşuyor gibi görünüyordu. Neyse ki onu görünce sigaralarını söndürüp ön tarafa doğru ilerlediler de Feray'da yalnız kalma isteğini gerçekleştirebildi.
Duvar dibindeki büyükçe taşın üzerine, elindeki kahvesini dökmemeye çalışarak oturdu. Sıcak kahvesinden ağzının yanmasını umursamadan büyük bir yudum alarak başını geriye atıp duvarın soğuk taşına yasladı. Yorgundu hem de çok yorgun. Geçmişinin tüm ağırlığını üzerinde taşırken ona destek olacak birilerine ihtiyaç duyuyordu. Ve bu kişinin annesi olamayacağı da ortadaydı. Çünkü onun kendisinden daha çok yardıma ihtiyacı vardı.
Elindeki bardağı dudaklarına götürdüğünde boş olduğunu farketti. Düşüncelerine o kadar dalmıştı ki kahvesini bitirdiğini anlamamıştı. Annesinin yanına dönüp onunla ilgilenmesi gerekiyordu artık. Taşta oturmaktan uyuşan poposu yüzünden elini duvara dayayıp yavaşça kalktı yerinden. Şortunun arkasını eliyle birkaç kez silkeleyip annesinin yanına dönmek için binanın ön tarafına ilerledi. Kapının önüne geldiğinde Yusuf Efendi'yle karşılaştı.
"Heh ben de sana bakıyordum Feray. Doktor annenin çıkabileceğini söyledi." dedi.
"Tamam, ben ilgilenirim şimdi." dedikten sonra kapıya doğru iki adım atıp arkasına döndü tekrar.
"Yanımızda olduğun için sağol Yusuf Amca." diyerek hüzünlü bir gülümseme sundu yaşlı adama. Yusuf Efendi de gelişi güzel elini havada salladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FERAY
Ficción General"Gitme sana muhtacım, gözümde nursun, başımda tacım, muhtacım. Beni öldür öyle git, yaşamak için senin sevgine muhtacım." "Muhtacım" tek kelime ne de güzel anlatır insanın içini. Nasılda kalbini göğsünden söküp verir karşısındakinin ellerine. Nasıld...