Haftasonu kafe tıklım tıklım doluydu. Görünüşte küçük bir kafe olduğunu düşündüğü yerin bir de üst katı olduğunu sabah iş başı yaptığının beşinci dakikasında öğrendi Feray. Daha önceki gelişlerinde hep dışarıdaki masalarda oturduğu için fark etmemişti.
Nebahat Hanım'ın talimatlarıyla önce iki katın yerlerini paspasladı, sonra masaların üzerini sildi, en son da içinde yapma çiçekler olan küçük vazoları ve peçetelikleri masalara yerleştirdi. Nebahat Hanım'ın güler yüzüne rağmen iş konusunda disiplinli olduğunu da bir saatte bitirdiği bu işler sayede öğrendi. Ve birkaç saattir de çoğu gençlerden oluşan müşterilere servis yapmak için koşturuyordu.
Her gün böyleyse eğer Cenk'in işi çok zor diye düşündü genç kız. Akşam eve gittinde ılık bir duş alıp hemen yatması gerekecekti. Aralıksız iki katı inip çıkmaktan ayakları sızlamaya başlamıştı bile. Üstelik karnı da acıkmıştı. Öğle yemeği ile ilgili konuşmamışlardı Nebahat Hanım'la. Bir boşlukta sorsa iyi olacaktı.
"Selam." diyen sese döndüğünde Cenk'le karşılaştı Feray.
"Selam. Bugün yoksun sanıyordum?" diye sorarken yüzü gülüyordu genç kızın. Yardıma gelmiş olsa çok iyi olurdu açıkçası.
"Öğle arası, bir saat sonra tekrar gideceğim." dedikten sonra genç kızın mahzun ama muzip bakışlarına karşılık içten bir kahkaha attı Cenk.
"Birileri çok yorulmuş galiba."
"Eh işte, biraz. İlk geldiğimde burasının iki katlı olduğunu fark etmemiştim ve bu kadar kalabalık olabileceğini de." derken şikayetten çok durum bildirir gibiydi.
"Yarım günde pes mi ediyorsun yoksa?"
"Tabii ki hayır, asla pes etmem ben." şimdi Feray da Cenk gibi gülüyordu.
Delikanlı, genç kızı omuzlarından tutarak arka bölümdeki mutfağa doğru yönlendirirken kafenin kapısından içeri Yekta ve Alp girdi. Feray son anda fark ettiği iki kişiyle Cenk'in tutuşundan kurtularak arkasını döndü. Çelik gibi sert mavi gözler ve meraklı kahverengiler. Beklemediği ziyaretin şaşkınlığından çabucak sıyrılarak, Cenk'in anlamayan bakışları altında genç adamlara doğru ilerledi.
"Merhaba Feray." diyerek söze başlayan Alp oldu. Çözümsüz anların kurtarıcısı gibiydi genç adam, zira Yekta kendisine böyle sert bakarken Feray ne söyleyeceğini bilemezdi.
"Merhaba, hoşgeldiniz." derken daha çok sorar gibiydi genç kız. Onları beklemediğini anlamak çok da zor değildi misafirleri için.
"Hoşbulduk. Kusura bakma habersiz geldik ama biz nasıl bir yerde çalıştığını görmek istedik. Malum buraların yabancısısın, güvende olduğundan emin olmalıyız diye düşündük." Feray, Alp'in sözleriyle genişçe gülümsedi genç adama. Alp gibi iyi bir dost edinmek büyük şanstı hem Feray hem de annesi için. Vesile olduğu için Yusuf Efendi'ye bir kez daha minnet duydu. Hiç konuşmamış olan Yekta'ya döndüğünde hala aynı şekil baktığını gördü.
"Siz de hoşgeldiniz Yekta Bey." derken sesi zor duyulur bir tondaydı. Açıkçası bakışları fazlasıyla tedirgin etmişti Feray'ı. Neden öyle bakıyordu ki? Galeriden başka bir yerde çalıştığı için mi kızmış ya da resimlerini aksatacağını mı düşünüyordu? Anlayamadı.
"Hoşbulduk Feray. " dedikten sonra Alp'e çevirdi bakışlarını ve ona hitaben devam etti Yekta.
"Boşuna merak etmişiz Alp, iyi bir yere benziyor burası. Ayrıca Feray da yeni arkadaşlar edinmekte pek zorlanmamış."
Yekta'nın iğnelercesine kullandığı kelimeler huzursuz etti genç kızı. Ne demek istemişti ki yeni arkadaşlar derken. Sonra bir anda hala arkasında duran Cenk'i hatırladı. Tanıştırmamıştı ve Yekta onu kastediyor olmalıydı. Ama neden laf sokar gibi konuşmuştu ki? Yanlarındakileri unutmuş genç adamın gözlerine gözlerini dikerek cevabı düşünürken aklına gelenle gülmesini zor bastırdı genç kız.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
FERAY
Fiksi Umum"Gitme sana muhtacım, gözümde nursun, başımda tacım, muhtacım. Beni öldür öyle git, yaşamak için senin sevgine muhtacım." "Muhtacım" tek kelime ne de güzel anlatır insanın içini. Nasılda kalbini göğsünden söküp verir karşısındakinin ellerine. Nasıld...