Büyük bir binanın içine girmişti, büyükçe bir insansürüsü, büroyu andıran yerlerden ve devasa merdivenlere çıkıyor, devasa merdivenlerdeniniyor veya uzunca koridorlardan geçiyordu.
Bu büyük bina başkanlık binasınıntastamam kendisiydi. İçerisi fazlasıyla büyük, fazlasıyla ferahtı, birkaç duvarınüstünde Hareus'un büyük boy fotoğrafları göze çarpıyordu.
Alex, basamaklarıfazlaca büyük olan merdiveni umursamıyor, tek bir adımda merdivenin ikibasamağını birden atlıyordu. Etrafındakileri resmen eziyor, savuruyor; fakatbir özür dahi dilemiyordu.
Üçüncü kata ulaştığındaysa hemen sol tarafındaki duvarları camdan olan odaya dalmıştı. Bu camdan odanın en köşesinde camdan olmayan başka bir odanın kapısı vardı. Kapının tam ortasına da altın harflerle "Ron Maddpult" yazılmıştı.
Sekreteri andıran, sapsarı saçları kıvırcık, gözleri masmavi olan uzun boylu kadın "Ron Maddpult" yazılı kapının hemen yanındaki masaya oturmuştu. Bir yandan bir şeyler yazıyor bir yandan da telefonla konuşuyordu.
Kapının önündeyse beş ay önceki seçimler için ATM'lerin yanı başında görev alan hafif kaslı olan kömür karası saçları kısacık ve sert bakışlarıyla insanı deşen, doğrayan bir adam duruyordu.
Alex her nasıl oluyorsa kapının önündeki cüssece büyük olan adamı resmen ezip geçmiş, telaşla fazlaca ağır duran kapıyı açmıştı.
Odanın içindeyse: Gözleri kapalı, şişkin deri koltuğuna yayılmış, ayaklarını ahşap masasının üstüne uzatmış ve Hareus'a benzer şekilde uykusuz görünen adam Maddpult duruyordu.
Maddpult, neredeyse tanınmayacak haldeydi, aylar önceki parlayan suratı kirli sakallarla dolmuş bunun yanı sıra en az on kilo almıştı. Üstelik kafasının üzerindeki birkaç saç teli de ortadan kaybolmuş, büsbütün kel kalmıştı.
Kapının gümbürtüsünden olacak ki gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Uzun uzun öksürdü, geğirerek birkaç kelime çıkıverdi ağzından:
"GAARRRGGG! Kimsin sen yahu?" demişti yarı uykulu gözlerini kırpıştırarak.
Alex tepki verememiş, ne diyeceğini bilememişti. Maddpult'u bu halde görmek onu hayal kırıklığına uğrattığı aşikârdı, kısa bir duraksamanın ardından sadece gözlerini devirmekle yetindi.
Tam o esnada "Lütfen beni dinle..." bile diyememiş, güvenlik tarafından kapı dışarı edilmişti. "lütfen konuşmak, anlatmak zorundayım çok-çok önemli!" diye büronun dışından geçen birinin bile duyabileceği şekilde haykırmıştı.
"Hey Richard, bırak girsin! O oğlan Alex Mich," dedi, üstünü başını düzeltmeye çalışan ama bunu pek de başaramayan Maddpult.
Emir üzerine güvenlik daha fazla Alex'i çekiştirmeyi bırakmış, öfkesinden kıpkırmızı olmuş bir hâlde kapıyı gayet sertçe kapatmıştı.
Hatta öyle ki Maddpult'un beyaz ahşap masasının üzerindeki yarısı kırmızı bir sıvıyla doldurulmuş olan birkaç kadeh neredeyse devrilecekti.
"Efendim, Robotinya'ya birileri giriyormuş ve-ve-ve..." derin bir nefes almış devam etmişti, "oradan geldiği sanılan insan çığlıkları-hayvan çığlıkları duyuluyormuş!" konuşma esnasında, kaşla göz arasında birkaç kez Maddpult'un yüzüne bakmış, onun duyacakları karşısında şaşırmasını beklemişti.
Ama bu beklenti sadece Alex'in bir kez daha hayal kırıklığına uğramasına sebep olmuştu.
"Alex, canım! Bunların farkındayız ama-"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Redaria
Science Fiction"Âdeta bitmek bilmeyen bir savaştan çıkmış gibiydiler. Dağılmışlar, yanmışlar, bitmişler ve belki de ölmüşler... Doğrusu özgürlüğe, özgür olmaya erişmek bu kadar zor olmamalıydı! İşte tam o esnada ölüm gibi, kan gibi, tüm kırmızılığıyla gökyüzü ve...