ON BİRİNCİ BÖLÜM: Efendiyle Buluşma

29 6 2
                                    


Gözleri birazcık yana birazcık da yukarıya çekilmiş, simsiyah, uzun panço giymiş bir adam, gri pütürlü taşlarla döşenmiş ve buz gibi soğuk olan daracık, incecik o koridordan geçiyordu. 

Koridorun bitimini kaplayan yanıp sönen turuncumsu ışıklar karanlık ve soğuk olan koridoru az da olsa aydınlatıyor, ısıtıyordu. 

Ayakkabılarının tıkırtıları tüm koridorda yankılansa da bitime yaklaştıkça tıkırtıların sesini bastıran birtakım çatırtılar duyuluyordu. 

Koridorun bitimine varan Asyalı adam duraksamış ve neredeyse yerde sürünen uzun pançosunun cebine elini atmıştı. 

İçinden yer yer inci beyazı tüyleri olan yarım bir tilki maskesi çıkarmıştı. Kafasına geçirip turuncu ışıkların içine dalmıştı...

"Leandre! Daha erken gelirsin sanmıştım," dedi portakal gibi turuncu görünen adam. Gelenleri görebilmek için duvarlardan birine yaslanmıştı.

"Çok önemli bir görüşmem vardı Terrell," demişti duvarların rengiyle bir bütün olan adamı bulabilmek için birkaç saniye duraksayan Asyalı adam, Leandre. 

En ortada: Etrafına taşlardan bir çember oluşturulmuş, turuncu ışığın kaynağı olan ve odunların çadırı andıracak gibi dizildiği kamp ateşi vardı. 

Odadan çok mahzeni hatırlatan bu yer bir tür buluşma noktasına benziyordu. 

Kamp ateşinin etrafına odundan tabureler dizilmişti ve hemen arkalarındaysa aslında soluk kiremit rengi olan; fakat içeriyi aydınlatan ateşten dolayı olacak ki turuncu görünen duvarlar vardı. 

Mahzen ağzının hemen karşısındaki duvarlardan birine yaslanmış olan turuncu suratlı adam, Asyalıya doğru odada yankılanan adımlarla yaklaşıyordu. 

Onu gizleyen duvardan uzaklaştıkça hatları daha da netleşiyordu. 

Yere kadar uzanan, ellerinin ve kollarının görülmesini engelleyen, turuncu polar bir panço giymişti. 

Yüzünde maskesi olmasa da sağ elinde tutmakta olduğu siyah renkli bir iblis maskesi vardı. 

Asyalıya iyice yaklaştıktan sonra içeriye göre karanlık görünen girişi baştan aşağı süzmüştü. 

Kimsenin gelmediğinden emin olduktan sonra boşta olan eliyle cebinden paramparça edilmiş ve üzerine birkaç şey çizilmiş, bir kâğıt çıkarmıştı.

Kaşla göz arasında Asyalının cebine tıkıştırıp hiçbir şey olmamış gibi uzaklaşmıştı. 

Durumu yadırgamayan Asyalı adamsa mahzenin ağzından gelen tıkırtıları duyar duymaz, kamp ateşini saran taburelerden birine oturmuştu.

Kamp ateşinin duvarda oluşturduğu gölgelerden dolayı mahzenin ağzına bakılmasa bile içeriye kaç kişinin girdiği kolayca tahmin edebiliyordu. 

Yarım saat içinde tüm tabureler, uzun pançolu ve maskeli insanlar tarafından doldurulmuştu...

Odanın renginde panço giymiş, yüzüne siyah iblis maskesini yerleştirmiş olan ve resmen bir portakala benzeyen adam ansızın ayağa kalkmıştı. 

Ateşe iyice yaklaşınca pançosunun cebinden altın kaplamalı, üçgen bir çanla beraber ucu birazcık elips şeklinde olan ve yine altın kaplamalı bir çubuk çıkarmıştı.

Ardı ardına tam altı kez vurmuş, birazcık beklemiş ve yine altı kez vurmuştu. Bir müddet daha beklemiş, altı kez daha vurmuştu. Üçüncü tekrarından sonra duraksayıp sanki bir orkestra şefi misali elindeki tokmağı sağa, sola savurmaya başlamıştı.

RedariaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin