Multimedia: Çağrı Atay
**
Sanırım tüm o boş yaşanmışlıkları atlayıp hayatımıza nihayet bir heyecan geldiği zamanlardan bahsetmeliyim size.
Bu heyecanı beraberinde üç şey getirmişti.
Birincisi, öğrenci değişim programı dolayısıyla gelen fransız, ingiliz ve italyan öğrenciler.
İkincisi, Violetta Carrara.
Üçüncüsü, kıskançlık denen ilettin damarlarımdan bir an bile eksik olmadığı Antalya geceleri. Sadece gecelerle sınırlı kalmadığını da, anlattığım zaman anlayacaksınız.
Doktorum beni ilgiyle dinlerken belli belirsiz gülüyorum. Komik geliyor çünkü...üstünden seneler geçmiş gibi komik. Ardından, doktorumun, gülüşümdeki burukluğu fark etmişçesine iç çektiğini duyuyorum. Halime acıyor muydu? Hala emin olamıyorum.
Şimdi baktığımda tüm bunlar ne kadar da saçma geliyor. Çok uzak değil... yaz tatilinin sonlarına denk geliyor aşağı yukarı bu günler. Dün gibi aklımda, öylece duruyorlar. Artık Çağrı yok. Violetta diğerlerini de alıp ülkesine geri döndü. Antalyadaki çoğu turistik mekan yazın bitişiyle kepenkleri kapadı. Ama ben hala buradayım. Ne kadar eksik, ne kadar çaresiz olduğum, bir avuç toprağa saatlerce bakarken nelerin hayalini kurduğum kimsenin umurunda değil. Ben hala buradayım.
İngilizce öğretmenlerimiz, Ağustos ayına girerken bizleri aramıştı. Aradıklarında hepimiz, Batuhanların sitesindeki çardakta oturuyorduk. Sanırım Ela ve Fırat karşımda kol kola duruyorlardı, Batuhan, çardağın direktlerinden birine yaslanmış, telefonuyla uğraşıyordu. Ben de her zamanki gibi Çağrı'nın yanındaydım. Diğerlerinden uzak, farklı bir konu konuşuyorduk. Ne olduğunu hatırlamayı isterdim... En kötüsü de bu ya. Siz, en küçük detayı bile kafanızın içinde canlandırmaya çalışırken, o detayların saniyeler aktıkça sonsuzluğa karışıp kaybolması.
Ela'nın telefonu çalıp, hoparlöre alınana kadar da diğerlerinden uzak kalıp sohbet etmeye devam etmiştik.
"Evet hocam, hepimiz buradayız. Dinliyoruz." Ela'nın melodik sesi yankılanınca, yayıldığım yerden dikleşip ortadaki ağaç masanın üstünde duran telefona gözlerimi dikmiştim.
Telefondan çıkan ses, ingilizce öğretmenimiz Efsun Hoca'ya aitti.
"Çocuklar, öncelikle umarım tatiliniz iyi geçiyordur. Orada kimler var şimdi?"
Hepimiz sırayla isimlerimizi söyledikten sonra, Çağrı, elindeki dal parçasıyla oynarken, "Ben" diyerek gülmüştü. Onu en çok Efsun Hoca'nın sevdiğini biliyorduk.
"Pekala...Çocuklar, hepinizin beklediği gibi öğrenci değişim programı yürürlüğe sokuldu. Bizim okuldan diğer ülkeye gidecek öğrenciler şimdiden yola çıktılar bile."
Efsun Hoca nefes almak için bir saniyeliğine durduğunda Ela'nın yüzünden geçen hayal kırıklığını görebiliyordum. İngiltereye gitmeyi çok istiyordu.
"Bizim ülkemize gelecek öğrenciler ise yoldalar. Çağrı, Ela ve Batuhan sizler son sınıf olduğunuz için yine sizin gibi son sınıf öğrencilerini ağırlayacaksınız. Rüya ve Fırat sizler de, sizin gibi on birinci sınıf öğrencileriyle ilgileneceksiniz. Kimin kime düştüğünü listeleyip okuldaki panoya astık zaten arkadaşlarınız geldiğinde onlarla ilk olarak okulda buluşacaksınız." Daha sonra kendine has kıkırdamasını gönderip bizlere iyi tatiller dileyerek telefonu kapatmıştı.
Değişim programının herhangi bir kısmında yer almak için on birinci sınıf veya son sınıf olmanız gerektiği için Fıratla ikimiz ilk defa katılıyorduk. Diğerleri ise bunu geçen sene de yapmıştı.
"Umarım bu sefer fransız denk gelir. Çok iyi öpüştüklerini duymuştum." Batuhan pis pis sırıtırken Ela, kusacakmış gibi bir ifade takınmıştı.
"Dikkat et, bu sefer de erkek denk gelmesin kardeşim." demişti Çağrı, alaycı sesiyle. Hepimiz Batuhan sinirlenip gitmeye kalkana kadar gülmüştük.
Attığımız kahkahalar aklıma gelince ister istemez yüreğim sıkışıyor. Atılan sıradan bir kahkaha, bir insanın üstüne bu kadar yük olabilir mi ki? Çağrı'nın genizden gelen kahkasına, Ela ve benim ince seslerimizin eklendiğini düşününce, bu kadar rahatsız hissetmem normal mi? Sanki hepimiz... oturup gözlerimiz isyan edene kadar ağlamalıydık. Hepimiz, Çağrı'nın ölüme koştuğunu fark etmeliydik.
"Ölüm kendine koşanları hiçbir zaman vurmaz demiş Friedrich Schiller." Doktorum boş bulunduğu bir anda kurduğu cümleden dolayı rahatsızca kıpırdanırken boş gözlerimi arkasındaki pencereye konan kuşa dikiyorum. Söyledikleri canımı yakmamıştı. Herhangi bir şey... yakabilir miydi ki artık canımı?
Küçük kuşa bakarak konuşmaya devam ettim.
"O halde Schiller yanılmış. Çünkü ölüm, Çağrı'ya acımayı bir saniye bile düşünmedi."
Ve gözlerime dolan yaşla tüylerim diken diken olurken, kuş havalanıp mavi gökyüzünde kayboluyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rüyanın Çağrısı
Genç Kurgu"Biliyor musun bir gün buradan gideceğim." Gülüyorum. "Nereye?" Düşünüyor. "Bilmem. O an nereye gitmek istersem." Tekrar gülüyorum. "Gel Rüya, gidelim buradan." "Nereye olduğunu bile söylemedin ki." "Sonsuza kadar mutlu olacağımız bir yer olsa..yetm...