"Evet, Mina Hanım! Müthiş ötesi doğum gününüzdeyiz, bu harika gün için ne düşünüyorsunuz, Mina Hanım? Mina Hanım kameralarımıza bakın, Mina Hanım! Ağzınıza sıçayım Mina Hanım!" Yugyeom elindeki kamerayı suratımdan çektiğinde kafasını ovuştutarak Bambam'in yanına geri oturmuştu.
"Nasıl olabilir? Dünyanın en mutlu kızı olmaya aday tabii ki de, hayatımda görmeyeceğim kadar fazla barbie bebek gördüm bugün!" Jb açtığı bir paketi daha bana fırlattığında havada yakalayarak kenara koydum. "Fırlatmayalım lütfen, bazıları sınırlı sayıda üretilmiş.."
Evimde doğum günümü kutlamak için toplanmıştık, aslında toplanmış da sayılmazdık, çaldıkları zil eşliğinde beni uyandırmış ve evimi basmışlardı. Üstelik dev bir evde yaşıyor olmama rağmen, evin üzerinde yanan kırmızı bir ışıkta çıkan kapasite dolu yazısı görüyor gibiydim.
Jb ve Youngjae hayranlardan gelen hediyeleri açarken, Jackson gördüğü bazı hediyelere karşılık "Yuh, bunları satsak köşeyi döneriz be!" diye tepki veriyordu. Çünkü barbie ve peluşların dışında, cidden çok pahalı olan teknolojik aletler de vardı.
"Ne zaman pasta yiyeceğiz? Pasta yiyeliiiiiim!" Alice etrafta pasta diye bağırırken, Jackson üzerine peluş bir pasta fırlatmıştı ama sanırım elinden biraz fazla kaçmış olacaktı ki, attığı şey tam olarak Alice'in kafasına denk gelmiş, bununla birlikte yanındaki mindere yapıştırmıştı.
"Oha, Ayı!"
Benim hiçbir şey yapmayıp sadece oturmamı istediklerinde, işime geldiği için oturarak onları izliyordum. "Bunun bir güne özel olması saçma değil mi?"
"Değil, tatlım. Doğum günün diye bir gün boyunca sana hizmet edebiliriz fakat biz de insanız, belirtmek isterim." Omuz silkerek çalan müziği değiştirdim ve canım sıkıldığı için paketlerden birini alıp içindeki bir Barbie'yi çıkardım. "Siz zengin değil miydiniz, cidden hiç Barbie'n olmadı mı?"
"Onun sadece kitapları vardı." Ben cevap veremeden araya giren Miya'ya gözlerimi devirdim. Yanlış bir şey söylemese de devirmek istemiştim. Çünkü canım öyle istiyordu. Elimdeki mavi saçlı Barbie'yi oynarken kucağıma gelen sert bir şeyle dikkatim dağıldı.
"Bu da senin hediye verme şeklin mi?" diye sordum Barbie'yi bırakıp kucağıma attığı kitabı elime alarak. "Hayır, sadece ödünç aldığım bir şeydi, geri vermek istedim."
Kitabın içini açtığımda, bunun aslında benim kitabım olduğunu fark ettim. Üzerinde bir not yazıyordu çünkü. Kitapların başına ismimi değil, o an hissettiğim herhangi bir duyguyu yazmayı tercih ederdim. "Ne zaman aldın bu kitabı?" diye sordum çünkü bu yeni kitaplığımdan değildi, oradaki kitapların hepsini en azından 3 yıl içinde okuduğum için onlardan biri olmadığını biliyordum. Daha eskiydi.
"Japonya'ya geldiğin bir gün, senden almıştım. Hatırlıyor musun?" O an zihnimde bir şeyler dönmüş, yerine oturmuştu ve ben şaşkınlıkla ona bakmıştım.
"Üzerinden resmen 4 yıl geçmiş!" ödünç alma algısına gerçekten hayrandım şuan.
"Okuduktan sonra unutmuşum ben de bir köşede." Dedikten sonra yanımdan kalktı ve gitti. Ne yaptığını anlamıyordum. Bu yüzden kitabın sayfalarında gözlerimi gezdirmeye başladım. Kenarlarına iliştirdiğim yazıları fark ettiğimde, o gün kitaplıkta bunu, üzerindeki yazılar için aldığını şuan fark ediyordum. İkimizin okudukları kitaplardan, zevklerimizin uyuşmadığını biliyordum ve bunu şuan fark etmemin aptallığına yanıyordum.
Kitabı kapatacakken bir cümle dikkatimi çekmiş, beni duraksatmıştı.
"Korkunç bir gecenin sabahında uyandığımda, tekrar uyumak istemem, bu dünyayı çok sevdiğimi göstermiyordu. Kendime söylediğim yalan işe yaramadığı için, işe yarayana, beynim uyuşana kadar kendimi kandıracağım anlamına geliyordu. Çünkü uyumak, yaşamaktan daha kolaydı."