o t u z s e k i z

786 45 9
                                    


ruelle ~ find you🎵

Uçaktan indiğimizde, kimseye haber vermediğimiz için taksiyle eve ulaşmak zorunda kalmıştık. Zaten ne şirketteki ne de gruptaki arkadaşlarıma haber vermediğimden, taksideyken herkese birer mesaj bırakmıştım birkaç günlüğüne Japonya'da bulunmam gerektiğine dair.



Belki de iyi olurdu diye düşünüyordum. Sonuçta, Kore beni boğmaya başlıyordu. Yaşadığım hayat, üzerime gelen bir ton şey ve o şeylerin doksan katı ağırlığındaki Bambam unsuru... Bazen kendi kendime, babamın bana seçtiği hayatı kabul edip Bambam'le mi evlenseydim diye düşünüyordum fakat bu fikir beni kendisinden oldukça hızlı soğutuyordu.



Beni sevdiğinden asla emin olamadığım biriyle evli kalmak, psikolojik açıdan çok zorlu olurdu benim için. 15 yaşıma geri dönerdim.



Taksi evin önünde durduğunda öylece kapıya bakıyordum.



"İstersen ben gezeyim biraz dışarıda? Yalnız konuşabilirsin."



"Hayır, kal." Kafamı iki yana sallayarak elini tuttum. Biraz geç fark etsem de, bazen dövmek, bazen sövmek istesem de; Jackson, Alice ve Bambam üçlüsü, hayatıma gelmiş en güzel şeydi benim için. Beni hiç olmadığım kadar güçlü hissettiyorlardı.



Güvenlikler beni gördüklerinde şaşkınlıkla tepki verirlerken, ne yapması gerektiklerini bilemediler. İlk başta içeri almayacaklarını düşünüyordum ama beni şaşırtarak, selam verip açtılar kapıyı ikimiz için de.



Yutkunmakta zorlanırken, adımımı içeri doğru attım ve büyük, görkemli olan girişte yürümeye başladık. "Vay canına, bu kadar büyük olduğuna inanamıyorum! Ne bu Japonya'nın yarısı mı?" stresten dudaklarımı kemirirken, Alice hayran bakışlarını bahçe bile denilemeyecek girişte gezdiriyordu.



İşin trajikomik yanı, zaten böyle yerlerde ve ortamlarda büyüdüğüm için, hiçbir şekilde dikkatimi çekmemesiydi. Aynı büyüklük, aynı görkem, farklı malzeme ve farklı yıllar... Değişmeyen en iyi şey sahteliğiydi. O görkemin altında kalan sahte mutluluklar.



Kapının oraya yaklaşık 10 dakika civarında ulaştığımızda, iki tarafa açılan o koca kapının ziline bastım usulca. "Neden bu kadar hızlı bastım ki? Keşke nefes alsaydım!" daha alnıma bile vuramadan, iki yardımcı tarafından açılan kapıyla, Alice'in açılan ağzını görebiliyordum. O da varlıklı bir aileden geliyordu ama annesi manken, babası da cerrah olduğu içindi.



Benim babam ise, 3 yıl önce yapılan o başkanlık seçimini kazanarak, artık Japonya'nın başbakanıydı.



Vekilken bile iyi kazanıyordu, şuan yemekleri odasına altın tepside gidiyor olmalıydı.



O ise, düşünülenin aksine para düşkünü biri değildi. Sadece güce aşıktı ve erişmek istediği hayalleri vardı. Onlara erişmişti, şuanki hâlini oldukça merak ediyordum.



Eve girdiğimden beri herkesin bana uzaylı görmüşçesine bakmasıyla arkama bakmadan kaçmayı düşünecek raddeye geldiğimde, Miya'nın sesini duymamla tuttuğumu bile fark etmediğim nefesimi usulca bıraktım.



"Kim gelmiş?"



Gözlerimiz buluştuğunda, yorgun ve kızarık gözleriyle birlikte önce kalan son birkaç basamağında duraksadı, ardından o basamakları da tamamlayarak üzerindeki şoku atarak hızlı adımlarla yanıma gelerek kollarını boynuma doladı.



"Neyiniz var sizin böyle?" evdeki herkesi sorarak kollarımı ona doladığımda bir gariplik olduğunu çoktan fark etmiştim. Verilen emirleri hatırlıyordum, eve girmeme izin vermemiş olmaları gerekiyordu. İzin veriyorlarsa bile bu kadar şaşırmamaları lazımdı.

Miya'nın vereceğim tepkiyi bildiğinden bana sarılmamış olması gerekiyordu. Bu yaşıma kadar bana sarılmasına asla izin vermemiştim ve o şuan bunu bir kenara koyarak bana sarılıyordu.

love story | bambamHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin