medya min hee
"Al kapıyı sök yerinden fırlat bahçeye! hatta al çıkar o kapıyı yerinden, geçir kafama! çivilerini de burnuma sok kulağımdan falan çıksın! gavurun kurumuş döl tohumu, öyle kapı mı çarpılır? herifte ki rahatlığa bak. elini kolunu sallayarak evime giriyor üstüne üstlük,"
Aklıma gelen sahneyle yanaklarıma nereden geldiğini bilmediğim bir sıcaklık indi. yaklaşık iki dakika önce biz, aşırı bir şekilde samimiydik ve o sahne şuan benim pişmiş kelle gibi sırıtmama neden oluyordu. az önce biz bildiğin edward ile bella, christian grey ile anastasia steele, betty ile jughead, noora ile william, elena ile stefan, style stilinski ile lydia martin gibi bir şeydik. yani romantik sahneden önceki ormantik sahneyi saymazsak her şey harikuladeydi. ha bide çakmağı bulamadıktan sonra kapıyı hayvan gibi, pardon hayvanlara hakaret ettim, çarpıp çıkmasını göz ardı edersek.
ve şuan enteresan bir şekilde inatçılık edip çakmağı vermemenin mutluluğunu yaşıyordum. yani her an sokağa çıkıp, tek başıma halay çekip, mendil sallayabilirdim. çünkü niye yapmayım?Hem ben her zaman halay başı olmayı sevmişimdir. ama sadece sevmişimdir.
odaya girip dağılmış dolabıma baktım. yeşillerim bulması gereken yere yönelip ceketin her köşesini tırmaladı. hayır birde kendi ceketi. Ne diye yere atıyorsun? amazon ormanı kaçkını yabani. kokusunu alınca sarhoş olduğum yürüyen çatık kaşın ceketini yerden alıp en sevdiğim, küçük örümcek desenli, askıma asıp dolabımın en köşesine yerleştirdim. işte o buraya aitti. burada daha asaletli bir ceket oluyordu sanki. dolabıma da yakışıyordu. bir kaç dağılmış kıyafeti daha yerine yerleştirdikten sonra posterlerimin altında kaybolmuş dolabımın kapağını kapatıp yatağıma ilerledim. yumuşacık yastığıma başımı koyduğum an bir kingsman üyesi oluyordum ve kötülerle olan mücadelemi sürdürürken uyuya kalıyordum. bazen unicornuma binip gökkuşağının üzerine inşa ettiğim çikolatan ibaret olan evime gidip orada vakit geçiriyordum. bazen de gumball ve darwin ile şehrin altına üstüne getiriyor bıkana kadar oyun oynuyordum. Hayallerinize inanın ve gerçekleştirmek için uğraşın derler ya hani. ne yapayım televizyonun içine girip gumball ile darwin'i mi arayayım? yada tek boynuzlu bir atla çikolata fabrikasına baskın mı yapayım? bence en iyisi ben uyuyayım.
******
Elimden kayıp gitti dediğimiz nelerimiz oldu? yada neyimiz oldu? oldu mu? daha doğrusu dedik mi?
sabun gibi elimizden kayıp gidecek neler vardır ki? hayallerimiz, arkadaşlarımız, mesleğimiz, ailemiz, gururumuz, benliğimiz, şerefimiz, iffetimiz. Peki iffet veyahut hayaller nasıl elden kayar? yada direk şunu sorayım. Neden her hatanın ardında kendimizle bakışırız. mümkün değil, elimde değildi, başka çarem yoktu gibi cümleler laf kalabalığından ibarettir. ne kadar ben böyle olmasını istemedim desende bunu söylerken bile o olmasını istemediğin şeyi, ne kadar çok istediğinin farkına varırsın. ne kadar acınası ama. ya da ne kadar klişe. illa çevremizde karşılaşmışızdır öyleleri ile demeyeceğim.çünkü öylelerine gerek yok. Kendimizde yapıyoruz. istediğimiz kadar zengin bir koruyucu aileyi reddedelim. istediğimiz kadar "bunlar zengin züppe" diyelim. anca etrafımızdakileri inandırırız bu boyalı cümlelere. Sen o zenginliği dibine kadar yaşamak istiyorsun bir kere. istediğin kadar okulun popüler kızlarına laf at. ağır hakaretlerde bulun. istediğin noktaya onun vardığından olmasın bu öfken, bu nefretin, bu kinin. O zengin davul bile dengi dengine diyebilirsin. o yakışıklı bana bakmaz, olmaz bizden de diyebilirsin. kimi kandırıyoruz? hayvan gibi arzuluyorsun işte. Birilerinin sana zıt kutuplar birbirini çeker demesini bekliyorsun. Başkalarını neden olmayan bir şeye inandırmak istersin? ya da başkalarından sanane. neden açıklama yapmak zorundasın ki? ya da neden açıklamak zorunda hissedersin?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Sen, Bir Ben, Bir De Çenem
ChickLitirkilerek zihnime hükmeden eskileri düşünmekten kurtulup gözlerimi kapatmama sebep olan ışığa doğru çevirdim başımı. Ama istekle gözüme gözüme vuran beyaz ışık yüzünden yağmurdan dolayı sırıl sıklam olmuş kolumla yüzümü örtmek zorunda kaldım. hıçkı...