Hayat, bazenleri bizleri nasıl olduğunu anlayamadan hayal bile edemeyeceğimiz durumların içine sokar, arkasına yaslanarak bocalayışımızı ve bir şeyler için uğraştığımız anları keyifle izlerdi. Hayatıma bir anda giren Min Yoongi ile medyaya açıklanmayan ama var olan ilişkimiz de hayal bile edemeyeceğimiz de tam o noktaydı benim için.
Ellerinin arasında elim, kalplerimiz aynı ritimde birlikte atarken bunlar bana fantastik bir olay kadar imkansız geliyordu. Sahte ilişki haberlerim benim için kariyerim dışında bir anlam ifade etmezdi ama şu an... farklıydı. Okula yeni başlamış bir öğrenci gibi yeni kavramaya başladığım bu kavramları iliklerime kadar hissediyordum. Min Yoongi bana hayat veriyordu.
Takvimler Aralık ayının yirmi küsüratlarına yaklaşırken sevdiğim adamla olmama rağmen içimi sebebini bilmediğim bir kasvet duygusu kaplamıştı. Kulaklarımı kapatarak kaçmamı isteyecek kadar kötü bir şey olacaktı, hissetmiştim.
Maskelerimiz yüzümüzde, berelerimizi başımıza geçirmiş Yoongi ile dışarıda geziyorduk. Görülüp görülmemek pek de umrumuzda değildi açıkçası. İkimiz de umursamaz huysuzun tekiydik. Min uyuz Yoongi inkar etse bile öyleydik yani.
"Şuradaki dükkandan kahve almaya ne dersin?" Maske yüzünden sesi boğuk çıkıyordu.
"Fazlasıyla iyi olur. Buz kalıbına dönüşmeden önce içimiz ısınır hem."
Elime, on beş dakika önce gezerken görüp beğendiğim ve benim için aldığı uçan at heykelinin olduğu poşeti tutuşturdu. "Burada bekle, hemen döneceğim." Kahve dükkanına doğru koşar adımlarla ilerleyip içine girerken, gözlerimi her zamanki alışkanlığım olan botlarıma dikerek parmak uçlarımı oynattım bir süre. Kısa bir süre sonra ise omzuma bir el dokunduğunda irkilerek arkama dönmüştüm.
"Haru noona?"
Genç bir çocuk elleri kabanının ceplerinde gülümseyerek bana bakıyordu. Yanında iki kız daha vardı ve çocuğunkine nazaran daha az hayranlık dolu gözlerle bana bakıyorlardı.
"Noona büyük bir hayranınım! Fotoğraf çekilebilir miyiz?"
Gözlerim kısa bir an kahve dükkanına gitti. Min Yoongi hâlâ dönmemişti. Tekrar çocuğa bakarken, maske yüzünden belli olmasa da gülümsedim. "Elbette."
Turuncu saçları olan çocuk cebinden pahalı duran telefonunu çıkardı ve diğer iki kız ile birlikte yanıma yaklaştı. Hep beraber iki üç tane resim çekildikten sonra çocuğun yalnız çekilmemiz gerektiğini rica etmesiyle diğer iki kız anında kadrajdan çekilmiş ve telefonlarını çıkartarak video çekmeye başlamışlardı.
Kafamı çocuğa iyice yaklaştırdım. Birden yanağını yanağıma yasladı ve gerçekten saçma sapan pozlarda sayamayacağım kadar çok resmimizi çekti. Ellerim finger heart yapmaktan ötürü ağrımaya başlamışken bir anda kafasını bana doğru döndürmüş ve yanağıma dudaklarını bastırarak birkaç saniyede sürüsüyle resmimizi çekmişti. Kaskatı kesilirken karşımızdaki kızlar kıkırdıyordu.
"Unnie, sevgilin var mı?"
Gözlerim tekrardan kahve dükkanına yönelirken Min Yoongi'yi oldukça yakınımızda ellerinde iki bardak kahveyle gördüm. Kaşları çatılmıştı ve gözleri bulunduğumuz ortamı yakabilecek kadar ateşe ev sahipliği yapıyordu.
"Ah, üzgünüm millet fakat şu an dostum beni bekliyor ve onun yanına gitmem lazım." Koşar adımlarla uzaklaşırken arkamdan yükselen soruları duyabiliyordum. Yoongi'nin yanına vardığımda kollarından çevirerek yüzünün gözükmesini engellemiş ve beraber yürümeye başlarken elinde duran kahvemi avuçlayarak büyükçe bir yudum almıştım.
"O çocuk sence de sana biraz fazla yakın davranmadı mı? Bir şey dediğimden değil ama yine de belirtmek istedim." Kıskançlık kokan sesi beni güldürmüştü. "Sadece bir fan Min. Sen de ben de seviyoruz onları, biliyorsun."
Maskesi yüzünden göremesem de küçülen gözlerinden güldüğünü anlayabiliyordum. Fanları hakkında konuşmak onu mutlu ediyordu. "Seviyorum evet."
"Beni de sevmeyi unutma arada."
"Asla."
İkimiz de kahvemizi içerken çalmaya başlayan telefonum ile biten kahveyi çöp kutusuna atarak telefonumu çıkarttım. Ekranda gördüğüm isimle beklemeden aramayı cevaplarken telefonu kulağıma götürmüştüm. Choi Minho arıyordu.
"Minho nası- ne oldu?" Minho'nun ağlayan sesiyle dizlerim titrerken tüm gün boyunca hissettiğim kasveti tam şu an zirvede yaşamaya başlamıştım.
Duyduklarım ile yere yıkılır gibi olurken, Yoongi panikle kollarımdan tutmuş ve karlara düşmemi engellemişti. Telefon kapanırken Min Yoongi'nin endişeli sesi kulaklarımda etrafımızdaki diğer tüm her şey gibi uğulduyordu.
"Haru, güzelim neler oluyor?"
Boğazımdan bir hıçkırık kaçarken kelimeler dudaklarımdan zorlukla çıkıyordu. "J-jonghyun. İn-intihar etmiş." Hayatım tümden değişmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
goblet | yoongi
Fanfictionİçinde zehir olduğunu bildiğim halde içtim sen denilen kadehi.