Elimdeki poşetleri kapının kenarına koymuş ve sızlayan kollarımı ovuşturarak salona geçmiştim. Kendimi koltuğa sırtüstü bırakırken inler tonda çıkan sesim de bitmişliğimi gayet net bir şekilde anlatıyordu. "Sanırım ölüyorum."
Namjoon sırıtarak kafamda takılı unuttuğum siyah kedi kulaklarını işaret etti. "Yakışmış noona."
Saçıma takılmış olan kedi kulaklarını çıkartmaya çalışırken Jung Hoseok her zamanki güneş gülümsemesiyle elinde su dolu bir bardakla mutfaktan çıkarak yanıma gelmiş ve suyu bana uzatmıştı.
"İmza günü yorucu geçti galiba?"
Doğrulup uzattığı bardağı elime alarak minik yudumlarla içmeye başlamıştım.
"Fazlasıyla. Ortalık bayağı karıştı."
Jimin, Taehyung'un kucağındaki kafasını hafifçe kaldırıp bana baktı. Yoongi de incelemekte olduğu at biblosunu yerine bırakıp merakla bana dönmüştü.
Omuz silktim. "Bir hayran olay çıkardı. İmza sırası ona geldiğinde birden üstüme atlayıp saçımı makasla kesmeye çalıştı." Yüzümü buruşturdum. "Büyük ihtimalle bir sasaengdi ve kestiği saçımı ya saklayacak ya da satacaktı. Neyseki kesemedi."
Jungkook ilgilenmekte olduğu telefondan kafasını kaldırdı. "Sana bir şey oldu mu noona? Makas bir yerine gelebilirdi."
"Görevliler direkt kıza müdahale ettiler. Merak etme bir şey olmadı."
Seokjin eliyle kendini yelpazeledi. "Canım çok sıkıldı. Of içim daraldı bir kapı pencere açın."
Hoseok gözlerini devirdi. "Kış vakti kapı pencere açmak mı hyung?"
Jin ona baygın bakışlarını atarken kaslarımın sızlamasını aldırmadan yerimden kalkarak dev ekranlı televizyonumun altındaki ünitenin çekmecesinden konsolları çıkardım.
"İsteyen oyun oynayabilir."
Bunu dememle Jimin, Jungkook, Taehyung ve Seokjin'in elimdeki konsolları kapması bir olurken öylece ayakta boş ellerimle kalakalmış ve anında altlarına birer yastık çekerek televizyonun karşısındaki yerlerini almalarını izlemiştim. Kumanda da saniyeler içinde elimden kapılmış ve Jungkook'un avuçlarına girmişti.
Koltuğa kendimi geri atarken Namjoon televizyona bir bakış atıp bana baktı.
"Noona sen evinde tek yaşamana rağmen dört tane konsol mu bulunduruyorsun? Oyun oynamayı seviyorsun sanırım."
Yerimde gerinip yastıklardan birine sarıldım. "Eh, yıllardır kardeşim gibi olan dört erkek evimi toplanma merkezi yaptıkları için uzun süre önce almıştım."
Üzerimdeki takılar ve giymem gereken kıyafetler rahatsız edici olduğundan ayaklanmış ve üst kattaki odama doğru ayaklarımı sürüye sürüye ilerlemeye başlamıştım. Odaya girdiğim gibi ilk işim kafamdaki kedi kulaklarından kurtulmak olurken, tüm rahatsız edici takıları çıkartmış ve içinde kendimi kastığım kıyafetler yerine rahat bir şeyler giyinmiştim.
Salona geri döndüğümde bu sefer yüzümdeki rahatlamış ve bir nebze de olsa gevşemiş yüz ifademle koltuklardan birine oturduğum gibi Hoseok anında dibime girerken Namjoon yanımdaki koltuğa oturmuştu. Min Yoongi de sonunda ayakta durmayı kesip bir tepki vererek Namjoon'un yanına geçmiş ve ifadesiz gözlerini bana çevirmişti. Min Yoongi maskesini sadece yalnız olduğumuz zaman çıkartıyordu.
"Noona SHINee ile çok mu yakınsınız?" Onaylar anlamda bir şeyler mırıldanırken kafam geriye yaslıydı.
Hoseok durgun gözüktüğü bir anda yastıklardan birini kaparak Namjoon'a vurmaya başlarken Namjoon kollarını kafasına siper etmiş, elleriyle Hoseok'u tutmaya çalışmıştı. "Jung Hoseok! Derdin ne, at kafalı herif?"
Kafamı kaldırarak ters ters Kim Namjoon'a bakmış ve işaret parmağımı havada onaylamazca sallamıştım. "Yah Namjoon-ah! Atlara hakaret yok!"
Hoseok ile havada beşlik çakarken Namjoon Yoongi'ye dönerek dik dik gözlerine baktı. "Ne var velet?"
"Hyung bir şey demeyecek misin?"
"Bir şey."
Seokjin beyaz konsoldan kafasını kaldırarak kahkaha atmış ve Yoongi'ye bakmıştı. "Bu iyiydi Yoongi-ya."
Yoongi'nin tepkisi ise hafifçe gülmek olurken, geç saatlere kadar sohbet edip oyun oynadık. Yani en azından öyle hatırlıyordum çünkü bir süre sonra koltukta kendi kendime bir şeyler konuşup gözlerimi kapatmıştım. Bugün gerçekten felaket yorucu geçmişti ve gözlerimi açmaya bile halim yoktu.
Kısa süre sonra tanıdık kollar beni kucağına alıp odama götürürken gözlerim hafifçe açılmış ve diğerlerinin de misafir odalarına veya koltuklara yattığını görmüştüm.
Üzerlerini değiştirmeleri için kıyafetler olduğu hakkında bir şeyler mırıldanarak Yoongi'nin göğsüne sokulmuş, beni yatağıma bırakıp geriye çekilecekken kollarımı boynuna dolayarak onu kendime çekmiştim. Şaşkın halinden sıyrılıp son anda dirseklerinin üzerinde doğruldu ve bana anlamdıramadığım bir şekilde baktı. Eh zavallı Yoongi bilmiyor ki uyumak üzere olan bir Haru ile sarhoş olan Haru arasında hiçbir fark yok.
"Yoongi-ya~"
"N-ne?"
Kıkırdayarak burnumu göğsüne sürttüm. Aklım tamamen offline olduğu için bilinçli davranamıyordum. "Kekeledin mi sen Yoongi-ya? Benim için heyecanlanıyorsun değil mi?"
"Senin uykun var. Saçmalama."
Yoongi üstümden kalkmaya çalıştığında kollarımı daha da sıkılaştırarak yüzümü yüzüne yaklaştırdım.
Yoongi titreyerek gözlerini kapatmıştı. Nefesim dudaklarına çarpıp kendi ılık nefesiyle karışırken, gülümseyerek dudaklarımı dudaklarına sürttüm.
Üstümdeki bedeni hafifçe kasılırken, Yoongi'nin dudakları arasından minik bir inleme firar etti.
Kıkırdayarak burnunun ucunu öptüm ve kollarımı boynundan çözdüm. "İyi geceler Min Yoongi-sshi."
Yoongi simsiyah olmuş gözlerini açıp üstümden doğruldu ve alnıma dudaklarını bastırdı. Kapıyı yavaşça kapatıp odadan çıkarken gözlerimi bu gece bir daha açmamak üzere kapattım. Yüzümü bir gülümseme alırken aynı gülümsemenin Min Yoongi'nin de yüzünde belirdiğinden habersizdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
goblet | yoongi
Fanfictionİçinde zehir olduğunu bildiğim halde içtim sen denilen kadehi.