Muhteşem mimari yapısıyla Avrupa'daki sivri kemerli gotik kiliseleri andıran çok yaşlı ama bir o kadar da görkemli binanın üçüncü katındaki dairede tek başına rakı yudumluyordu genç adam...
Dairedeki tüm odaların ışıkları kapalıydı. Sadece genç adamın bulunduğu odadaki tek bir mumun aydınlığı yayılıyordu etrafa. Plağın cızırtısını bastıran Tülay'ın kulağa hoş gelen sesi de odadaki tek insan sesiydi. Adam dertlice gözyaşlarını akıtarak önce sigarasından derince bir nefes çekiyor, hemen arkasından da rakısından bir yudum alıyordu. Kurulan rakı masası öyle ahım şahım değildi. Rakı bardağı, küllük ve birkaç yoğurtlu meze vardı som kavak ağacından yapılmış olan masada. Bir süre geçtikten sonra çalan şarkıda Tülay sesini artırdıkça adam da şarkıya eşlik etmeye başladı. "Sanki seni boğar gibi, sanki yeniden doğar gibi, sanki zaman zaman ölür gibi..."
Ne şarkının sözlerini kaldırabiliyordu adamın ruh hali ne de şu an yaşamakta olduklarını. Hayatını sorguluyordu tek başına, çözüme ulaşamıyordu. Kaybettiklerini düşünüyordu, onlara kavuşamama ve sonsuzluk kavramı beyninin kaldıramayacağı noktalara götürüyordu düşüncelerini... Gidenleri bir daha göremeyecekti. "Görememek tamam da, iyi olduklarını bilememek kötü..." diye iç geçiriyordu şarkının sözsüz bölümünde. Diğer kaybettiklerini aklının en uzak köşesine yerleştirip annesini düşünmeye başladı. Ona en yakın olan annesi şimdi bir o kadar uzaktı...
Çalan şarkı değişti ama bu bitkin adamın ruh hali değişmedi. Evin içini kaplamış olan hüznü dairenin dış kapısından gelen üç sert tıklama dağıttı. Adam kimseyi beklemiyordu, saat de gece yarısına doğru geliyordu. Tedbiri elden bırakmamak adına masadaki bıçağı sağ avucunun içine gizleyerek aldı ve kapıya doğru yöneldi. Mercekten dışarıya bakıyordu ama kimseyi göremiyordu. "Kim o?" diye seslendi kendinden emin ve sert ses tonuyla, yanıt yoktu. İkinci ve üçüncü seslenmeden sonra yine ses gelmeyince kapıyı açmaya karar verdi.
Kapıyı açtığında ne karşısında ne de kapının hemen yanı başındaki merdivenlerde kimseyi göremedi. Sarhoşluğuna ve dikkat dağınıklığına rağmen gözleri eşiğe bırakılmış zarfa kaydı. Zarfı hızlıca yerden alıp yırtarcasına açtı. Bu profesyonelce hazırlanmış bir mektuptu. Harfler gazetelerden kesilerek boş beyaz bir kâğıda yapıştırılmıştı. Kâğıdın hiçbir yerinde el yazısı yoktu. Okumaya başlamıştı ki apartmanın dış kapısının sertçe kapandığını duydu. Merdivenlerden koşsa mektubu bırakana yetişemezdi. Hızlıca düşündü ve salon penceresine çıkıp mektubu bırakanı görmeye karar verdi. Ani bir hareketle salona doğru koştu ve pencereden sokağa yöneltti gözlerini. Sekiz dokuz yaşlarında siyah montlu mendilci bir çocuk koşuyordu sokakta. Adamın mektubu bırakana dair fikir üretmesi imkânsızdı ve çocuğu yakalamak için çaba gösterse bu çabası nafile olacaktı. Mektupta yazılanlar aynen şöyleydi.
"İntikam duygusu insana asla yapmayacağı şeyler yaptırır. Yarın öğleden sonra polis seni ziyarete geldiğinde cinayetleri üstlen. Tabii ki kız kardeşinin hayatta kalmasını istiyorsan! Aksi takdirde kız kardeşin, Nazife hanımın yanına da gidebilir. Ne de olsa annesi onu özlemiştir....."
Fikret mektubu bitiremeden dizlerinin üzerine yığıldı ve tükenmişliğin, çaresizliğin tablosunu çıkardı mum ışıklı salona. Hareket edemiyordu, soluk alamıyordu. Refleksleri dahi işlemiyor gibiydi, yaşlar gözlerinde birikip akmıyordu adeta. Yaşarken ölümü tadabilmek buydu yüksek ihtimalle...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İntikam Günleri
Mister / Thriller*İntikam duygusu insana asla yapmayacağı şeyler yaptırır. *Sizce kim ruh hastası? Genel itibariyle insanlara ve onların hayatlarına baktığımızda çok farklı noktalarla, çok farklı durumlarla karşılaşırız. Herkesin, her insanın inandığı bazı şeyler va...