BÖLÜM 1

37.9K 1K 530
                                    

Burası Kuzey krallığıydı.

Kuzeyin kan donduran soğuğu içimize kadar işler, dişlerimizin gıcırtısını tıpkı bir müzikmişçesine bize dinletirdi. Bazen bizi haftalarca hasta edip dışarı çıkmamızı engellerdi ama her zaman böyle değildi elbette. Bir zamanlar hazirandan eylüle kadar arada bir güneş açar ve sıcaklığıyla bizi mest ederdi. İste o zamanlar koruyucu kozamızdan çıkıp ayda yılda birkaç kez yüzünü gösteren güneşin altında oturur ya da büyük bir hevesle ormana gidip avlanır ve akşam olunca yakaladıklarımızla tıka basa karnımızı doyururduk.

O zamanları özleyeceğim hiç aklıma gelmezdi.

Şimdi ağustos ayında olmamıza rağmen soğuk hiç olmadığı kadar etkiliydi. Sürekli yağan kar ve şiddetli fırtınalar yüzünden ava çıkamıyorduk. Çıkmaya cesaret edenlerse eli boş dönüyor ya da en kötüsü, hiç geri dönmüyordu.

Birkaç kez ben de uzak dağlara gitme istedim ama kendine bile hayrı olmayan annemi ve yaramaz iki küçük erkek kardeşimi bırakamamıştım, fakat buna cesaret etmek zorunda kalacağımı biliyordum. Bir gün bunu yapmam gerekecekti. Yoksa açlıktan ölecektik, tabii önce soğuk bizi öldürmezse.

Soğuktan hissizleşmiş dudaklarımı sıkı sıkı birbirine bastırıp dişlerimin daha fazla ses çıkarmasına engel olmaya çalıştım. Eskimiş ve birçok yeri sökülmüş yün ceketim beni yeterince sıcak tutmuyordu. Her yeri yamalıydı ve her geçen gün yamalarım bir bir sökülürken, yerine yeni delikler açılıyordu. Buna şükretmem gerektiğini biliyordum. Birçok Kuzey insanı benim kadar şanslı değildi. 

Bazen donmuş olarak bulduğumuz insanların üzerinde ince bir ceket ve yakaladığımız hayvanların derisinden yaptığımız ama Kuzeyin soğuğuna karşı hiçbir etkisi olmayan yarım yamalak ayakkabılar buluyorduk. Ölüyü gömmeden önce kıyafetlerinden sağlam olanları alıyorduk. İlk zamanlar buna cesaret edemiyordum, sanki saygısızlık yapıyormuş gibi hissediyordum ama zamanla buna alışmıştım. Elbette ölen insanın da bunu pek umursayacağını sanmıyordum. O şimdi her nereye gittiyse bence burada olduğundan çok daha mutluydu.

Omzumu olabildiğince oynatmaya çalıştım ama bunu yapmak neredeyse imkânsızdı. Taşıdığım çuval vücuduma fazlasıyla ağırlık bindirmişti ve her geçen saniye sırtımı daha da ağrıtıyordu. Derin bir nefes aldım, bir gün artık düz yürüyemeyecektim. Geceleri uyumamı engelleyen ağrılarım bana bunun gerçekleşeceğini söylüyordu.

Bir an pazarı es geçip eve gitmeyi düşündüm. Biraz dinlenir ve ağrılarım hafifleyince geri dönerdim. Kafamı olumsuz anlamda sallarken bu düşünceyi hızlıca attım zihnimden. Eve eli boş dönemezdim. Dişlerimi birbirine bastırarak içimde alevlenmeye başlayan öfkemi dizginlemeye çalıştım. Eski şehir yolunda, sırf bu aptal hurdaları toplamak için verdiğim onca savaştan sonra asla pes edemezdim. Hele ki az daha ölüyor oluşumdan sonra.

Başka insanlar da oraya gidiyordu, hatta çeteler toplanıp kendilerine bölge seçiyor ve o bölgeyi yağmalayıp geriye boş kabuk bırakana dek diğer insanların girmesine izin vermiyordu. Yani bunları alabilmek için soğukta dört saat beklemiş ve gizli gizli adını dahi bilmediğim çete liderinin bölgesine girmiştim. Yol boyunca dizili eski zaman arabalarından alabildiğim kadar motor ve ne olduğunu bilmediğim birkaç şey alıp kaçmıştım. Bu yüzden yaşadığım korku ve harcadığım onca emekten sonra eve geri dönemezdim. Bunları düşünmemeye karar verdim ve kumaş parçasından yaptığım çuvalı hafifçe oynatıp sırtımı rahatlatmaya çalıştım. Çuvalın uç kısmıyla alt kısmı arasına iki kumaş parçası dikmiştim. Böylece iki kolumdan geçirip daha rahat taşıyabiliyordum. Elbette annem kumaşları harcadığım için delirmişti ama onun sözlerini umursamayalı çok oluyordu.

BEYAZ KUBBELER : Savaşçı Kadın ve Kral ( -TAMAMLANDI- )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin