Kitaplara odaklanmak Werner'ı aklımdan çıkarmaya yetmişti. Küflenmiş ve rengi solmuş sayfaları parmaklarımın ucuyla çevirip, içerdiği yazılara ve en çokta resimlere ağzı açık bir şekilde bakmak tam benim yapacağım bir işti. Birkaç kez Werner'ın bakışlarını üzerimde hissetmiştim ama o bile büyüleyen sayfalardan kafamı kaldırmamı sağlayamamıştı.
İki elimi birbirine yapışmış birkaç yaprağın üzerine koydum ve nazikçe sayfaları birbirinden ayırdım. Sayfalara zarar vermemek için çok yavaş hareket ediyordum. En sonunda üç yaprak sağ salim özgürlüklerine kavuşmuştu. Hafifçe güldüm ve sayfaların üzerinde yazılara bakmaya başladım. Okuma yazmam vardı ama sadece Kuzey dilini anlayıp yazabiliyordum, bu ise eski dünya dillerinden biriydi ve anlamam imkânsızdı. Elbette alfabelerin çoğu bizimkiyle aynıydı ama kelimeler tamamen bilinmezlikten ibaretti.
Birinci sayfa tamamen yazıyla doluydu. Anlayamasam da okumak için çaba sarf ettim. Harfler dilimde dönüyor ve sanki dili anlıyormuşum gibi bir hava katıyordu. Derin bir nefes alıp okumayı bıraktım ve ikinci sayfaya geçtim. Burada da yazılar vardı ama sayfanın çoğunu devasa bir bina çizimi kaplıyordu. Kitabın çoğu sayfası bu tarz çizimlerle kaplıydı. Ama şimdi gördüğüm renklendirilmemiş ve sadece ana hatlarıyla çizilmiş bina resmi, aralarından en ihtişamlısıydı.
Binanın birkaç kısmına okla işaret konulmuş ve okun ucuna bir şeyler yazılmıştı. Kaşlarımı çattım ve tıpkı bir önceki sayfalarda gördüğüm çizimlerde yaptığım gibi ne olduğunu anlamaya çalıştım. Daha dikkatli baktıkça binanın şekli bana tanıdık gelmeye başlamıştı. Bu heyecanlanmama ve çatık kaşlarımı daha da büzüştürmeme neden oldu.
''Sierra, neler oluyor?'' diye sordu, yatağın diğer kenarında oturan Werner. Bu neredeyse bir saattir ilk konuşmasıydı.
Kafamı kaldırmadan '' Bu bina bana tanıdık geliyor'' dedim yavaşça ve binanın en tepesine gözlerimi çevirdim. İşte o anda en üst kısmında yer alan büyük yazıları fark ettim. Heyecan tüm damarlarıma akın ederken yerimden fırlayıp ceketimi astığım yere koşturdum ve iç cebimden kitaplarımı alıp binayı gördüğümü düşündüğüm kitabı hızla açmaya çalıştım. Bir yandan da yatağın ucuna gelip diğerlerini elimden bıraktım. Sayfaları karıştırırken ellerim titriyordu. Neden böyle bir heyecan duyduğumu açıklayabileceğimden emin değildim ama duyuyordum işte.
En sonunda eski şehrin ortasında yer alan ve bulutlara kadar ulaşan devasa binanın resmi olan sayfayı açıp Werner'a uzattım ve '' Bak, bu resimdeki binayla diğer kitapta gördüğüm çizim aynı'' dedim heyecanla. Eski şehrin göbeğinde, küçük binaların tam ortasında yer alan devasa binaya bakan Werner kaşlarını çatmıştı. Bir süre her iki kitaba da bakıp benzerlik aradı.
''Evet, haklısın bunların ikisi de aynı.'' Dedi ve az önce baktığım kitabı incelemeye başladı. Önce kapağına ardından ilk sayfasında gezdirdi gözlerini. Bir an dilini anlayabildiğini düşündüm. Bu kalbimin hızını artırırken boğazımı kuruttu.
''Dilini anlayabiliyor musun?'' diye sordum merakla.
'' Babam eski dünya dillerini araştırmayı severdi. Onun günlüklerinden birinde bu dile ait birçok kelime vardı, ben de hepsini ezberledim. Elbette bu tüm sayfayı anlayabildiğim anlamına gelmiyor.'' Dedi ardından kitabın kapağını kaldırıp bana doğru tuttu ve üzerindeki kelimeyi işaret edip '' Bu 'proje' demek '' dedi ardından o kelimenin altında yer alan diğer kelimeyi işaret edip '' Bu ise 'el kitabı' anlamına geliyor'' dedi.
Kitabın sayfalarını tek tek açıp bina çizimlerine bakarken '' Bu, sanırım binaların özelliklerini gösteren bir el kitabı. Fark ettiysen hepsi devasa boyutta ama bu...'' elini kitabımın üzerinde tutup en yüksek binayı gösterdi ve '' Bu en yüksek olanı'' dedi ardından gözlerini kaldırıp bana dikti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEYAZ KUBBELER : Savaşçı Kadın ve Kral ( -TAMAMLANDI- )
Ciencia FicciónNOT: Mavi Kubbeler/ Yalnız Prens hikâyesinin devamıdır. Ayrı ayrı okunabilir, karakterler ve mekan farklıdır. (Ama önce Mavi kubbeleri okumanızı tavsiye ediyorum.) Not :İlk kitap olan Savaşçı Kadın ve Kral tamamlanmıştır. İkinci kitap ola...