Ondan ayrılalı neredeyse iki saat oluyordu. Her adımda hedefimize daha da yaklaşırken sanki aramıza görünmez bir duvar örülüyordu ve o duvar bizi ruhsal olarak da ayırmaya başlıyordu. Kar, soğuk ve yaklaştığından adım kadar emin olduğum fırtına endişelerimi kendi üzerimde tutmama neden oluyordu. Artık Werner'ı düşünemiyordum. Sadece hedefe ulaşmak ve donmaya başlayan ayaklarımı ısıtmak istiyordum. Bu bencilliği kara borçluydum. Soğuk ve pürüzsüz beyazlık aklımı oynatmama neden oluyordu.
Yürümek gittikçe zorlaşana dek ayaklarıma söz geçirmeye çalışmıştım. Her adım eziyet oluyordu ve her ileriye bakışımda ve önümdeki bembeyaz örtüyü gördüğümde bu eziyetin hiç bitmeyeceğini düşünüyordum. Babamın kumdan oluşan bölgelerden bahsettiğini hatırlıyordum. Uçsuz bucaksız topraklarda sadece kumlar varmış. Ne bir ağaç nede bir ot bulunabilirmiş ve bu topraklar tamamen ölüymüş. Bende kendimi o topraklardaymışım gibi hissediyordum. Ama bizi bitiren kum yerine kar'dı. Soluğumu düzenlemeye çalışırken Arthur yanıma geldi ve kolumu tutup beni durdururdu.
''Majestele...'' diye söze girdi.
Birden ona döndüm ve '' Sierra'' diye onu uyardım. Artık bu durumdan iyice bıkmıştım. Yürümeye başladığımızdan beri sürekli majesteleri ya da efendim diye seslenmişlerdi ve her seslenişlerinde onları uyarmıştım. Yine de uyarımı görmezden gelmeleri sinir bozucuydu.
Arthur tepkimden hiç rahatsız olmamış gibi bana baktı ve '' Batı askerleriyle ayrılma noktasına geldik'' dedi hızla. Birden durdum ve hemen önümde yürüyen Jonny'e doğru baktım.
''Jonny'' diye seslenince arkasına döndü ve '' Evet '' diye cevap verdi sertçe. Kraliçe olmamı umursamadan, tıpkı eskisi gibi asabice konuşuyordu artık. Beni dinleyen tek kişi oydu, onu bu yüzden seviyordum. Hafifçe gülümsedim ve ''Askerlerden ayrılma zamanımız geldi mi? '' diye sordum.
Kafasını sallarken arkama döndüm ve '' Yolun burasından sonra yalnız olacağız. Tehlikeli bir durumla karşılaşmadığınız sürece burada kalmaya devam edin. Geri döndüğümüzde burada olmazsanız eğer eve döndüğünüzü düşüneceğiz ve yolumuza devam edeceğiz. Bu arada unutmayın ki her zaman geri dönme gibi bir hakkınız var'' dedim yüzleri kızarmış ve nefes nefese kalmış askerlere. Onlar bu denli soğuğu ilk defa tadıyor olmalıydılar.
Kuzeydeki kar'ı ilk gördükleri an geldi aklıma. Vücutları titremeye başlayınca yanlarına aldıkları montları giymişler ve şaşkın gözlerle karla kaplı ovaları, dağları incelemişlerdi. Cass'in söylediğine göre Batı'da kar birkaç gün sonra eriyordu ve yenisi yağana dek kardan eser kalmıyordu ve soğuk buradakinden daha az etkiliydi. O bunları söylerken aslında beni uyardığını daha yeni anlıyordum.
Askerlerin yürüyüşleri değişmeye başlamıştı önce, sonra bir kişi ayaklarının daha fazla tutmadığını söylemişti üzülerek. Bir asker için bunları söylemek utanç verici olmalı diye düşünmüştüm, çünkü asker başını eğmiş bir şekilde itiraf etmişti. Onu suçlayamazdım, aslında kimseye bir suç bulamazdım. Biz Batı'da nasıl sıcaktan bayılmak üzereysek, onlar da soğuktan donmak üzereydiler. Birkaç dakika durup dinlenmelerini sağladık. Onlar için Jonny küçük bir ateş yaktı, ben de sıcak çorba kaynattım ve içmelerini sağladım. Böylece daha iyi hissetmişlerdi. Sonra yeniden yola devam etmeye başladık. Sanki bu olayların hepsi onlarca yıl önce olmuş gibi hissediyordum ama daha bir saat önce olmuştu.
Batı askerlerinden biri '' Majesteleri, siz gelene kadar burada bekleyeceğiz'' dedi hızla.
Ona döndüm ve sert yüzüne bakmaya başladım. Askerler arasında sadece o soğuktan etkilenmemiş gibi davranmıştı. Üşüdüğünü belli etmiyordu ya da gerçekten üşümüyordu. ''Soğuktan etkilenmiyor musun?'' diye sordum merakla.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEYAZ KUBBELER : Savaşçı Kadın ve Kral ( -TAMAMLANDI- )
Fiksi IlmiahNOT: Mavi Kubbeler/ Yalnız Prens hikâyesinin devamıdır. Ayrı ayrı okunabilir, karakterler ve mekan farklıdır. (Ama önce Mavi kubbeleri okumanızı tavsiye ediyorum.) Not :İlk kitap olan Savaşçı Kadın ve Kral tamamlanmıştır. İkinci kitap ola...