Nefes al!
Sakin kal!
Korkma!
Kendi kendime verdiğim bu lanet talimatlar hiçbir işe yaramıyordu. Kalbim delicesine atarken nefesimi kontrol etmekte güçlük çekmeye başlıyordum. Midem bulanıyor ve beynimde var olan endişe tohumları hızla filizleniyordu. Titreyen ellerimi saklamak için ceketimin önünü çekiştirdim ve çoktan iliklediğim düğmelerimle oynamaya başladım. Ayaktaydım, beyaz bir örtü gibi yeryüzünü kaplayan ve Kuzeyi donduran karların arasında duruyordum. Çevremde ağaçlar vardı ve görünmemi engelliyordu, bundan emindim fakat yine de beynim gelecek tehlikelere karı alarmdaydı. Sürekli etrafımı kontrol ediyordum.
Sağa bak! Sola bak!
O seste neydi? Başlıyor muydu?
Kafamın içindeki bu sesler rahat bir nefes almama engel oluyordu.
Kafamı sola çevirip tıpkı benim gibi ağaçların arkasına saklanmış yandaşlara bakmaya başladım. Anton uzun ve kalın ama yapraksız bir ağacın altında çömelmiş elindeki haritalara bakıyordu. Onun yanında en güvendiği adamı Luther vardı. Diğerlerini tanımıyordum ama göz aşinalığım vardı. Anton birden bire kafasını kaldırıp bana baktı. Gözlerinde hiçbir duygu belirtisi yoktu ya da ben hissettiğim yoğun duygular nedeniyle göremeyecek kadar kör olmuştum. Normalde insan davranışlarını önceden tahmin edebilen biriydim ama şimdi hiçbir şeyi kestiremiyordum. Hala bana bakıyordu, yavaşça önüme dönüp sağ elimi belimdeki kılıcıma, sol elimi de silahımın üzerine koyup zamanın gelmesini bekledim.
Gözlerimi kapattım birkaç saniyeliğine. Kalbimin atış hızını kulaklarımda duyabiliyordum. Kulaklarım delice zonkluyor, güm güm güm diye baskı yapıyordu beynime. Derin bir iki nefes çekip verdim. Yalnız değildim, tek başıma değildim. Yanımda onlar vardı. Yine de korkuyordum. Bu duyguya engel olamıyordum.
''Ruth''
Anton'un kalın sesi tam arkamdan geldi. Fısıldamıştı ama onun fısıltısı bile şu durumda bağırış gibi gelmişti bana. Bu yüzden korkuyla sıçradım. Ardından korkaklığım yüzünden kendimden nefret ettim. Kırılganlığımı göstermemem gerekiyordu, bunu yapmam gerektiğini öğreneli çok olmuştu. İnsanlar kırılgan anlarınızda saldırırlardı size, ben de gelecek tehlikelere karşı tetikte olmak için her zaman sağlam bir duruş sergilemeye çalışırdım. Anton elini omzuma koyup ona dönmemi sağlarken düşüncelerimi bir kenara bıraktım ve toparlandım. Yüzü ifadesizdi ama çattığı kaşları yüzünden alnı kırışmıştı.
''İyi misin?'' diye sordu.
Onu ilk kez Demir şehirde görmüştüm. Yandaşlara girmemi kendisi istemişti, onlara yardım edersem bir gün oradan kurtulabileceğimi ve kendi hayatımı kurabileceğimi söylemişti. Ona ilk başlarda inanmıştım. Bizi kurtaracağını ve sonunda rahat bir nefes alacağımızı sanmıştım. Hatta bu düşünceyle verdiği tüm görevleri aşkla yapmıştım. Büyük bir hevesle öğrenebildiğim kadar bilgi bulmuştum. Bazen bilgi satın almıştım, hatta bir keresinde az daha yakalanıyordum ama yine de yapmıştım. Ama yıllarca ona hizmet etmeme rağmen elime geçen hiçbir şey olmamıştı. Bu yüzden ondan nefret ediyordum. Yine de buradaydım işte. Savaşın ortasında, elimde kılıcımla çete üyelerini tuzağa düşürmek için yandaşlarla birlikte bekliyordum.
''iyiyim'' dedim, ona olan nefretim sesime yansımıştı. Umursamadım, hatta o da umursamamıştı.
Kafa salladıktan sonra ''Saldırı zamanı gelmek üzere Ruth, ilk başta yardım edeceğini düşünerek seni seçtik ama bundan şuan pek emin değilim. Bu yüzden, yapamayacağını hissediyorsan eğer, hala buradan uzaklaşmak için az da olsa vakit var'' dedi yavaşça.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEYAZ KUBBELER : Savaşçı Kadın ve Kral ( -TAMAMLANDI- )
Science FictionNOT: Mavi Kubbeler/ Yalnız Prens hikâyesinin devamıdır. Ayrı ayrı okunabilir, karakterler ve mekan farklıdır. (Ama önce Mavi kubbeleri okumanızı tavsiye ediyorum.) Not :İlk kitap olan Savaşçı Kadın ve Kral tamamlanmıştır. İkinci kitap ola...