BÖLÜM 11

8K 649 148
                                    



Hançere hiçbir anlam yüklememiştim. Bunu yapmak saçmalık olurdu çünkü. Ayrı yerlerde yaşıyorduk, belki Kralın şehrinde bu ağacın buradaki gibi bir anlamı yoktu. Kendimi hayallere kaptırmamalıydım. Sonrasında gelecek acı gerçekler canımı fazlasıyla yakardı çünkü.

Derin bir nefes alıp hemen yanımda yürüyen Werner'a baktım göz ucuyla. Güneş bize ufukta pırıltısız yüzünü gösterirken dediğim yerde buluşmuştuk ve yola çıkalı neredeyse bir saat oluyordu. İlk birkaç dakika haricinde hiç konuşmamıştık. Her zaman sessiz biri olduğu için buna aldırış etmiyordum aslında. Sessiz olması işime de geliyordu. Yine de hançer için teşekkür etmem gerekiyordu.

Sırtımdaki çantanın kulplarını sıkı sıkı tutup cesaretimi toplamaya çalıştım. Bunu neden yaptığımı bilmiyordum, alt tarafı teşekkür edecektim. Daha fazla düşünmeden ''Werner'' diye ona seslendim sakince. Sesimin duygularımı belli etmemesine şükrederken bana döndüğünü hissettim. Ona seslendiğimde yüzüne değil de yere odaklanmıştım.

''Evet'' diye cevap verdi.

Kafamı ona çevirip gözleri hariç yüzünün her yerini saran beze odaklandım. Aslında o bezden nefret etmiştim, keşke yüzünü görebilseydim. Kaşlarını hafifçe kaldırdığını görünce umduğumdan fazla yüzüne odaklandığımı fark edip hemen toparlandım ve '' Sana teşekkür etme fırsatı bulamadım'' dedim yine sakince ama kalbim sertçe atıyordu.

''Ne için?'' diye sordu merakla.

''Hançer için'' dedim ve vereceği tepkiyi bekledim.

Gözleri bir süre beni inceledi, bakışlarında küçücük de olsa bir anlam bulmaya çalıştım ama yoktu. Normal bir şekilde bakıyordu işte.

Birkaç saniye sonra ''Aslında kendini savunman için onu sana vermiştim ama gerek yokmuş'' dedi eliyle belime bağlı olan uzun kabzanın içerisindeki kılıcımı gösterirken.

Hayal kırıklığımı gizlemeye çalışırken çok çaba harcadım. Sanırım kılıcım olacağı aklının ucundan bile geçmemişti. Elbette ona babamın bir zamanlar muhafız olduğundan da bahsetmemiştim, bu yüzden tahmin edememesi normaldi.

Elimi kılıcımın gümüş sapına koyup öylece bekledim. Babamın cansız bedenini bize teslim ederlerken bu kılıçta tam parmaklarının ucunda duruyordu. Bir muhafız son yolculuğuna kılıcıyla uğurlanırdı. Ama ben onunla birlikte gömülmesini istememiş ve onu alıp saklamıştım. Bir süre vicdan azabı çekmiştim ama bu babamdan kalan tek şeydi. Açlık sınırına yaklaştığımızda bile onu satmamıştım.

Yaşadığım acıyı içime atarken '' Babamındı ama artık benim'' dedim yavaşça ve dik patikayı tırmanmaya başladım. Dünkü fırtınadan burası da nasibini almıştı. Ayaklarımı karın içine sokup yeniden çıkarmak için büyük bir güç harcıyordum. Bazı yerler ayak bileğimi geçmezken bazı yerler ise neredeyse dizimin üzerindeydi. Hafifçe nefes alıp ilerleyen saatlerde daha kötü yerlerle karşılaşmamayı diledim.

Werner tam yanımda yürürken '' Gerçekten güzel bir kılıca benziyor ve... Pahalı'' dedi. Sesinde bir suçlamamı sezmiştim yoksa bana mı öyle geliyordu. Birden durup ona baktım. O ise durduğumu anlamadan birkaç adım ilerlemişti ama sonra durup bana döndü.

''Evet'' dedim sesimi sakin tutmaya çalışırken ''Bu kılıç ona pahalıya patladı. Bedelini canıyla ödedi'' dedim.

Onu çaldığını ima etmişti, ya da ben öyle düşünmüştüm ama yine de böyle söylememesi gerekiyordu. Babam bu kılıçla ülkesini korumuş ve sonunda ölmüştü. Ona asla saygısızlık yapılmasına izin vermezdim.

BEYAZ KUBBELER : Savaşçı Kadın ve Kral ( -TAMAMLANDI- )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin