Hozier - Take Me To Church
Paris / 18.12.02
Gök bir kez daha öfkeyle kükrerken kaldırımdan fırlamış olan isyankar bir taş neredeyse düşmesine sebep oluyordu. Genç adam hızını düşürmeden atılıp koşmaya devam etti. Kahve saçları ıslak perçemler halinde yüzüne dökülüyor sisli sokakta görüşünü engelleyen başka bir sebep oluyordu.
Bir anlık kararla atılıp ilk sokağa daldı. Dar sokağı kaplayan çöpler hızını düşürse de durmadı. Çarptığı metal çöp kovası sessiz caddelere inat yüksek notadan bir sesle devrilince dudaklarının arasından bir küfür firar etti.
Nasıl bu hale düşmüştü? Her şey bir anda nasıl bu hale gelebilmişti?
Bacakları iğrenç bir yanma hissiyle kendisine isyan ederken ruhu geride bıraktıklarının azabıyla kavruluyordu. Tüm bedeni adeta cehennemden bir parça gibi cayır cayır yanıyor, düşünceleri ona ihanet ediyordu.
Başını şiddetle iki yana salladı. Gözyaşları yağmura karışarak çehresini çevreliyor içinde büyüyen pişmaniyetini bastırıyordu.
Ayağına dolanan bir çöp poşetiyle tökezleyip dizlerinin üzerine düştü. Öfkeyle haykırmamak için dişlerini soğuktan çatlamış dudaklarına kitledi.
Ayağa kalkmalıydı. Koşmaya devam etmeli, onlar kendisini bulmadan uzaklaşmalıydı.
Titreyen elleriyle ayaklarına dolaşan poşeti yırtmaya çalıştı. Ancak o her poşeti yırtmak için gerdiğinde, poşet ince bir hale gelerek kopması imkansızlaştı.
Gözyaşları şimdi kabulleniş ve öfke için akıyordu.
Son bir hırsla poşeti kavrayıp iki yana doğru çekti. Ayaklarını serbest kalmanın verdiği mutlulukla gererek ayağa kalktı. Boş sokakta devrilen çöp konteynırlarının oraya buraya çarpma sesleri ve küfürler yankılanmaya başladığında ayağa fırladı.
Kalp atışlarıyla eş zamanlı adımları onu bir caddeye savurduğunda yön duygusu kazanabilmek için duraksadı.
Bu yolu biliyordu. Tıpkı yolun onu doğruca 'Madam Lacrimosa' yetimhanesine götüreceğini bildiği gibi. Ve emin olduğu bir şey varsa o da eski yetimhane kömürlüğünün kendisine seve seve kucak açacağıydı. Son bir zorlama ile cadde boyunca koşmaya başladı.Eski bina zamanın tüm acımasızlığına rağmen ayakta kalmış viktorya tarzı, 4 katlı, ahşap bir yapıydı. Verandasına uzanan basamaklar yağmurla ıslanmış ve sokak lambalarının zayıf ışığı altında belli belirsiz parlıyordu. Genç adam titreyen bedeniyle verandaya uzanan basamakları es geçerek binanın arkasına yöneldi. Ahşap klübe her an yıkılacakmış gibi görünüyordu. Ancak sabahı çıkarması için yeterliydi.
Hiç düşünmeden, hızlı adımlarla kapısı asma kilit ile güvenceye alınmış olan klübeye ulaştı.
Öfkeyle bir nefes koyverdi. Sadece, sadece bir şeyler yolunda gitse ne olurdu sanki. Bir daha yapmayacağına yemin etmiş olsada buna mecburdu. Çatallanmış sesi ince bir fısıltı halinde havaya karıştı.
"Cataclyzm."
Siyah aura, bedenini çeviren parlak yeşile tezat tüm elini bir karanlık halinde kapladı.
Kaç kişiye zarar vermişti bu güçle. Kaç kişinin hayatını, Tanrıya meydan okurcasına almıştı. Gözlerine akın eden yaşları geri ittirmek için başını yukarı kaldırıp derin bir nefes aldı.
Asma kilit, parmağının ucu ona değer değmez kül misali dağılıverdi.
Aurası harcadığı güçle zayıflarken uzanıp kapıyı açtı.
Karanlık klübe rutubet ve küf kokuyordu. Ciğerleri yorgunluk ve klübenin basık havası yüzünden onu ardı kesilmez bir öksürük krizine sürükledi. Elini göğsüne koyarak iç çekti.
Boğazı acıyor, nefesi her geçen dakika daha da daralıyordu. Düşünceler bir yılan gibi zihninde kıvrılıyor, geriliyor ve sürükleniyordu. Durdu. Ancak onu düşüncelerinin bitmek bilmez ıstırabından kurtaran ne tüm Paris'i adeta gündüz gibi aydınlatan şimşekler ne de yetimhanenin sönerek onu tamamiyle karanlıkta bırakan ışıkları olmuştu.
Bir ses.
Gökgürlemelerinin arasından sıyrılarak kulağına ulaşan bir ses. Başını solunda kalan karanlığa çevirdi. Ardından fotoğraf makinesinin flaşı gibi patlayarak ortalığı aydınlatan şimşek, hemen bir kaç metre önündeki sepeti gözler önüne serdi.
İrkilerek geri kaçıştı. Bebeğin etrafa yaydığı aura...Hayatında bir 'Uğur Böceği'ne hiç bu kadar yakın olmamıştı.
Çevreye yaydığı o parlak kırmızı ışık ne kadar da cezbediciydi.
Uyanan bebek huysuzlukla kıpırdandı ve kaykıldı. Dudaklarının arasından kısık notadan bir hıçkırık kaçtı. Genç adam ne yapacağını şaşırmış bir şekilde küçük bedene bakakaldı.
Durdu. Hayatı çok kısa bir süre içinde gözlerinin önünden birbirini tekrar eden bir çok katliam sahnesi olarak geçti.
Bu bebek her şeyi değiştirebilirdi. Günahkar ruhu bir kez olsun bir geleceği kurtarabilirdi. Bu bebek onun geleceği olabilirdi. Uzanıp küçük bedeni kolları arasına aldı. Küçük kızın geceyi bile kıskandıracak siyah saçları tatlı bukleler halinde menekşe gözlerinin üzerine dökülüyordu.
Bebek önce huysuzlandı ancak sonra yüzünde huzurlu bir ifadeyle uykusuna geri döndü.
Tombul yanakları soğuktan pembeleşmişti. Sıkıca sarıldığı yün battaniye onu ısıtamıyor gibiydi.
Bir çare bulmak umuduyla çevreye bakınmaya başladı bebeği sepetine yerleştirerek ayağa kalktı.
Malzeme dolabı gibi görünen yere uzanıp ilk çekmeceyi açtı.
Çekiçler ve paslı bir kaç çivi dışında bir şey bulamayınca bir diğerine yöneldi. İkinci çekmece de ıvır zıvırlarla doluydu.
Hayal kırıklığıyla üçüncü çekmeceye yöneldi ve işte, küçük kare kutu ona gülümsüyordu.
Elleriyle önündeki toprak zemini kazarak küçük ancak onlara yetecek bir çukur yaptı. Kibrit çukura doldurduğu çerçöpleri tutuşturarak onları hoş bir sıcaklıkla çevreledi.
Bebek şimdi tamamen uyanmış ve meraklı gözlerle ona bakıyordu. Uzanıp çamurlu parmaklarını yumuşacık yanaklarında gezdirdi.
Bebek keyifle gülümsedi.
Yüzündeki küçük çamur lekesi...
İşte ben buyum, diye düşündü genç adam. En masum şeyi bile karartabilen bir lanet...
Bebek uzanıp küçük eliyle parmağını kavradı.
Ve o gece genç adam, o köhne klübede bir geleceği değiştirdi.
Bu gelecek ya bir lanete ya da bir mucizeye dönüşecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Juliet Ölmeli
FanfictionŞiddetle başlayan hazlar, şiddetle son bulurlar, Ölümleri olur zaferleri, Öpüşürken yok olan ateşle barut gibi. En tatlı bal bile tadıldıkça bıkkınlık verir, Aynı tat isteği, iştahı köreltir. Onun için, ölçülü sev ki uzun sürsün sevgin, Hedefe hızlı...